Prof. Dr. Mesut Yalvaç
(Kıbrıs İlim Üniversitesi Rektör Yardımcısı)
Bu yazının amacı, 18 Mart 1915’de başlayıp 9 Ocak 1916’tarihinde karşı donanmanın ülkeyi tamamen terk etmesi ile son bulan Çanakkale Savaşı’nın 108. yıl dönümünde, Çanakkale Savaşı ve onun dünya politikalarına etkisini ele almaktır. Konuya girişte, Çanakkale Savaşı’nın politik, ekonomik ve askeri üç farklı fonksiyonu olduğunu söylemek gereklidir. (1) Birinci Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’ni çıkarmak, topraklarını paylaşmak ve böylece Avrupa ve Asya’dan Osmanlıları koparmak ve bunun sonuçlarından yararlanmak; (2) Boğazların kontrolünü Çarlık Rusyası’na bırakmamak, İstanbul’u işgal etmek ve denetlemek ve böylece Rusya’yı da savaşta tutmak; (3) Kararsız olan Balkan Ülkelerini (özellikle Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan) ‘Müttefik Kuvvetler’e katmak; İtalyanları kararsızlık ve kuşkudan kurtarmak ve Arap ülkelerinin gönülsüzlüğüne son vermek.
Bu üç temel politik nedene ek olarak, deniz savaşı başarılı olsaydı, ‘Müttefik Kuvvetler’ önemli ekonomik ve askeri faydalar da elde edeceklerdi. Bunların yanında, Churchill, Balkan Savaşı’nda yenilgiye uğratılmış olan Osmanlı ordusunun etkili bir askeri gücü yenmesinin olanaksız olduğuna inanıyordu. Bu görüş, yeni bir cephe olarak Çanakkale’nin belirlenmesinde önemli bir rol oynadı.
Bir yıla yakın süren ve hem Osmanlılar hem de Müttefikler için Birinci Dünya Savaşı’nın bedeli en pahalı bölümlerinden biri olan, tüm insanlıkça da üzüntü ile anılan ‘Çanakkale Savaşı’nda yaklaşık 800.000 insan savaştı ve kayıpların sayısı 500.000 oldu. Bu savaşın dünya ve dünya politikaları üzerine temel etkileri ise şunlardı: (1) Birinci Dünya Savaşı iki yıl daha sürdü; (2) Müttefik Batılı devletlerin Rusya’ya erişememesi nedeniyle kuşatılmış büyük Çarlık Rusya’sı dağılmaya doğru sürüklendi ve Rusya’nın çöküşü içten oldu; (3) Çarlık Rusya’sının izlediği “ılık sulara çıkma” politikası başarısız oldu: (4) Bu savaş, yalnızca Çarlık İmparatorluğu’nun dağılmasına neden olmadı, üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’na da ilk darbeyi vurdu ve emperyalizmin temellerini sarstı; (5) Tarihte, dünya o zamandan sonra bağımsızlık savaşlarına tanık olacaktı.
Sonuç olarak bütün bu etkiler, küresel çıkarlarını koruma gayreti içinde olan Avrupa devletleri için daha fazla soruna neden oldu ve bugün birleşmiş olmalarına (Avrupa Birliği) karşın hâlâ daha tesis edilemeyen ‘Avrupa-merkezli’ dünya düzeninin çöküşünü hızlandırdı.
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki ‘Çanakkale Savaşı’, Birinci Dünya Savaşı ve diğer tüm savaşlar arasındaki ilişkileri açıklamaya katkıda bulunan, “bir önceki savaşın sonuçları, sonraki savaşın nedenleridir” şeklindeki ifade doğrulanırcasına, dünya, ulusal ve uluslararası çıkarları için her şeyi mübah gören aktörlerin, istedikleri yeni dünya düzenini oluşturuncaya kadar savaşın bitmediğine ve ikincisiyle devam edeceğine tanık olacaktı ve hatta hâlâ daha süren savaşlara tanık olmaya devam edecekti.
Nihayet, bir devleti yönetmek demek, diğer yükümlülükler yanında, o ulusun gönenç düzeyini yükseltme hizmet ve sorumluluğu içinde olmak demektir. Bugün, bunu yerine getirmenin temel araçları olarak da kaynakları (ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim, bilim, teknoloji vd.) en çağdaş tekniklerle ulusal sistemde işe koşmak ve ulusal sınırlar içindeki ve dışındaki kaynakları ulusal sistemlerin emrinde ve denetiminde tutmaktır. Bu çerçevede, uluslararası ilişkilerin temelini, kaynaklar ile stratejik yapıları (siyaset, coğrafya, ham madde, ürün, bilgi, teknoloji vd.) hangi devletin nasıl ve hangi yöntemlerle denetleyeceği “Çanakkale Savaşı ve Dünya Politikaları”, oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda, dünya politikasını da oluşturan (veya değiştiren) kaynaktır –ki bu Birinci Dünya Savaşı’nın ve Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Çanakkale Savaşı’nın ve diğer savaşların temel nedenini de açıklar-. Değişen dengeler ve değişen dünya politikasına rağmen bugün hâlâ daha değişmeden kalan ise, “uluslararası ilişkiler denklemi kaç bilinmeyenden oluşursa oluşsun, çözüm, daima ulusal çıkarları en iyi şekilde korumak” olarak kabul edilmektedir.
Böylece günümüz toplumları ve devletleri, çok eskiden bu yana var olan yükselme ve çökme (gelişmiş-gelişmemiş, zengin ve güçlü veya fakir ve zayıf) açmazlarıyla, değişen kaynak ihtiyaçları ve değişen kaynak verim artışı hızlarıyla, bilimsel ve teknolojik yeniliklerle, uluslararası koşullardaki değişmelerle, tırmanan savunma maliyetleriyle, güç dengelerindeki değişimlerle gelecekte daha da fazla uğraşmak durumundadırlar. Bunlar, olasılıkla tek bir toplumun, devletin ya da kişinin denetleyemeyeceği gelişmelerdir. Gelecek, uluslararası toplumun tüm üyelerinin bilgeliklerine (etik ve erdemli bilgi, beceri ve deneyimlerine, sevgi ve şifacı/iyilikçi olmalarına) bağlıdır.