Lübnan’da Hizbullah’ın ülkedeki yakıt krizine karşı İran’dan yakıt nakletmesi, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bu adımla gövde gösterisi yapan Hizbullah tam olarak neyi hedefledi? Bu hamle ülkedeki güç dengesi bakımından ne anlama geliyor?
Hayatı felç eden bir yakıt krizi yaşayan Lübnan’da Hizbullah’ın İran yakıtını gemilerle Suriye’ye, oradan da tankerlerle Lübnan’a getirme hamlesi, hem Lübnan siyasetinde hem de bölgedeki güç dengeleri bakımından yeni bir denklemi ortaya koydu.
Hizbullah’ın bu adımının, ekonomik bir kazanım olmanın yanı sıra, gövde gösterisi ve caydırıcılık barındıran siyasi bir kazanıma dönüştürdüğünü söyleyen uzmanlar Hizbullah’ın bu girişimle birden çok hedefi yakaladığı görüşünde. Başta Şii nüfus olmak üzere kendisiyle müttefiklik ilişkisi kuran tüm kesimlerden seçmenle ilişkisini tahkim etme imkânı ve muhaliflerini ikiye bölmek Hizbullah’ın kazanımlarından sadece bazıları.
Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Araştırma Görevlisi Talha İsmail Duman ve Lübnanlı Analist Beşşar Halabi’ye Hizbullah’ın bu manevrasının Lübnan ve bölge için ne anlama geldiğini sorduk.
İşte soru ve yanıtlar…
Hizbullah, Lübnan’da günlük yaşamı felç eden yakıt krizine çözüm sunmak amacıyla geçen hafta İran yakıtını gemilerle Suriye’ye, oradan da tankerlerle Lübnan’a aktarmıştı. Hizbullah’ın bu operasyonu ABD’nin yaptırımlarına takılmadan gerçekleştirmesi siyasi ve ekonomik gücü perspektifinden ne anlama geliyor?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın İran yakıtını başarılı bir şekilde Lübnan’a ulaştırması, ekonomiye bağlı olarak yaşanan enerji krizini hafifletme noktasında önemli bir işleve sahip.
Ancak bu gelişme, krize dair sıradan bir çözüm yolu üretmekten çok daha fazla anlam ifade ediyor. Hizbullah bu girişimiyle, hem Suriye’yi hem de kendisini hedef alan ABD yaptırımlarını delerek ciddi bir meydan okumada bulundu. Tabii, bu meydan okumanın İran ve Suriye ayaklarını da göz ardı etmemek lazım.
Bölgedeki güç dengeleri bakımından bir kırılma noktası
Kanaatimce, bu süreç Lübnan siyasetindeki ve bölgedeki güç dengeleri bakımından da yeni bir kırılmaya işaret ediyor. 2018’deki seçimlerden Hizbullah ve müttefiklerinin zaferle ayrılmasından rahatsız olan ABD, Hizbullah’ın ülkedeki etkinliğini dizginlemek için uluslararası yaptırımları bir koz olarak kullanıyordu.
Aynı şekilde Hizbullah’ın silah gücüne karşı Lübnan ordusunu teçhizat bakımından desteklemek, Batılı aktörlerin temel stratejileri arasında yer alıyordu. Hizbullah karşıtı iç aktörler için de, doğrudan veya dolaylı olarak tatbik edilen bu yaptırımlar bir nevi güvence anlamına geliyordu.
Ancak İran yakıtını ülkeye sokarak ve başta kamu kurumları ve hastaneler olmak üzere hiçbir dini ve mezhebi aidiyet aramaksızın düşük gelirlilere yakıtı bedava, geri kalanlara ise uygun bir fiyattan dağıtacağını söyleyerek, Hizbullah yeni bir denklem kurmuş oldu. Dolayısıyla Hizbullah’ın bu hamlesi, ekonomik bir kazanım olmanın yanı sıra, içerisinde gövde gösterisi ve caydırıcılık barındıran siyasi bir kazanıma dönüştü.
Aslında Hizbullah, kendi bünyesinde faaliyet gösteren Karz-ı Hasen Derneği aracılığıyla ekonomik krize dair alternatifler uzun zamandır üretiyordu. İhtiyaç sahiplerine beş bin dolara kadar faizsiz kredi vererek ve kurduğu ATM’ler aracılığıyla kara borsadan daha uygun fiyata piyasaya döviz likiditesi sağlayarak, devlet boşluğunu doldurma çabasındaydı. Ama az önce de ifade ettiğim gibi, enerji krizine dair ortaya koyduğu pratiğin siyasal dengeler açısından uzun vadede önemli değişiklikleri getirmesi muhtemeldir.
Beşşar Halabi: Lübnan’da gerek 2019’da patlak veren halk ayaklanmalarına karşı pozisyon alması ve bu protestoları başarısızlığa uğratmak için büyük çaba sarf etmesi gerek ülkenin de facto yöneticisi konumuna gelmesi bakımından Hizbullah, ülkenin siyasetindeki en önemli oyuncu olarak ön plana çıktı.
Ancak Hizbullah, bu konumla beraber gelen sorumlulukları üstlenmemek için her fırsatta böyle bir konumda olmadığını, ülkedeki çeşitli siyasi aktörlerden sadece biri olduğunu ülkedeki sorunları çözüp gerekli reformları tek başına yapamayacağının altını her fırsatta çizmeye önem vermiştir.
Ancak bugün geldiğimiz nokta, Hizbullah’ın bu söylemlerini boşa çıkardı ve onun ülkedeki gerçek rolünü ortaya çıkardı. Hizbullah’ın sadece Lübnan’daki en önemli siyasi aktörü değil, ülkeyi bilfiil yöneten taraf olduğunu hepimiz görmüş olduk.
Hükümetin kurulması meselesini bir kenarda bırakırsak bile, Hizbullah cumhurbaşkanı konumundaki müttefiki Mişel Avn yoluyla ülkeyi fiilen yönetiyor.
Bugün hükümetteki bakanlıkların üçte ikisi Hizbullah’ın elinde. 2018 seçimlerinde Hizbullah ve müttefikleri meclisteki çoğunluğu elde etmişlerdi.
Hizbullah’ın özerk ekonomisi
Hizbullah uzun yıllardan bu yana özerk ekonomiye sahip. Hizbullah bunu açık bir şekilde dile getiriyor ve bununla övünüyor. Hatta Hasan Nasrallah’ın 2016 yılında yaptığı meşhur konuşmalarından birinde “Paramız, yiyeceğimiz, içeceğimiz füzelerimiz ve tüm silahlarımız İran’dan geliyor” ifadesini kullanmıştı.
Hizbullah’ın Lübnan’ın ekonomisinden bağımsızlığı kendisine bir nevi koruma sağlıyordu.
Ancak Lübnan’daki Şii nüfus ülkedeki en büyük topluluklardan biri. Yaklaşık bir buçuk milyon civarında. Durum tam olarak öyle olmasa da Hizbullah tüm bu kitleyi temsil ettiğini iddia ediyor.
İran’ın Hizbullah’a sağladığı finansman ne kadar olursa olsun, bu kadar insanı doyurmak ve ayakta tutmak için yeterli değil.
Hizbullah Lübnan’daki ekonomik çöküş karşısında kendi tabanına bazı somut ve soyut çözümler sunmaya çalıştı. Ancak sunduğu bu çözümler ya yetersiz ya da uygunsuz oldu.
Mesela Hizbullah’ın bu yöndeki uygulamalarından biri, “Sacid” indirim kartı. Hizbullah’ın dağıttığı bu kartla kişi ve ailesi Hizbullah’a ait marketlerden indirimli alışveriş yapabiliyor.
Nasrallah’ın geçen sene dile getirdiği “tarım cihadı” söylemleri ve “evlerin balkonlarında bile ekim yapın” çağrıları, ülkede hem dalga konusu oldu, hem de Hizbullah’ın gücünün sınırlılığını gözler önüne sermişti.
Bugün Lübnan’daki en önemli siyasi aktör konumunda olan ve hatta İran adına bölgesel aktör rolünü üstlenen Hizbullah’ın yönetişim konusunda asgari düzeyde yeterli tecrübe ve imkanlara sahip olmadığını görüyoruz.
Hizbullah bu adımla tam olarak ne hedefledi?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın bu adımla sosyoloji, siyaset ve uluslararası ilişkiler ekseninde üç şeyi hedeflediğini düşünüyorum.
Birincisi, Lübnan halkına önemli bir mesaj verme gayretinde. ‘Lübnanlı’ bir aktör olarak halkımız bize ihtiyaç duyduğunda her türlü çabayı göstermek için hazırız demek istiyor aslında.
Hizbullah herkesi kuşatacak çözümlere hazır olduğunu ima ediyor
Bu sayede, toplumsal tabanda kendisinden rahatsız olan kitlelere de mesaj gönderiyor. Diğer bir ifadeyle, siyaseten kutuplaşmanın bir tarafı olmasına karşın, toplumsal sorunlar gündeme geldiğinde herkesi kuşatacak çözümler üretmeye hazır olduğunu ima ediyor.
İkinci olarak, Lübnan siyaset sahnesindeki etkinliğini artırmayı hedefliyor. Mevcut siyasal atmosferin oldukça hareketli olduğu ve 2022’deki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için çalışmaların başladığı biliniyor.
Hizbullah her ne kadar son seçimlerden zaferle çıksa da, mezhep temelli siyasal sistemin yarattığı tıkanıklıklar sebebiyle ülke içerisindeki etkinliğini yeterince ortaya koyamadı. Necib Mikati’nin ancak 13 ay sonra yeni bir hükümet kurmayı başarabilmesi, siyaset arenasındaki gerginliği ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri Hizbullah için kritik bir öneme sahip. Yakıt krizinde üstlendiği inisiyatif ile de, ülke siyasetinde oldukça önemli bir siyasi aktör olduğunu hatırlatma hedefinde.
Son olarak, başta ABD ve İsrail olmak üzere kendisini düşman veya rakip gören aktörlere cesurca bir meydan okuma hedefinde. Yakıtın İran’dan yola çıkması, ara durak olarak Suriye’de boşaltılması ve Lübnan’a güvenli bir şekilde taşınması, en başta Hizbullah’ın ABD yaptırımlarını test etmesi manasını taşıyordu.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın gemiye saldırı olması halinde cevabını vereceklerine dair tehdidi bile başlı başına bir meydan okuma içeriyor. Hizbullah bu hamlesiyle, yeri geldiğinde kendisine yönelik yaptırımlara veya tehditlere kulak asmayacağını göstermiş oldu.
Diğer bir ifadeyle, kırmızı çizgisi olarak sunduğu hususlarda geri adım atmayacağını ortaya koyması, Hizbullah’ın bölgesel ve küresel aktörler tarafından tekrar değerlendirmeye tabi tutulmasını beraberinde getirecektir.
Tabii burada şunu da ifade etmek gerekir ki, ABD’de başkanlık koltuğuna Joe Biden’ın oturması ile Orta Doğu politikasında değişim sinyali verilmesi ve İran ile yürütülen nükleer müzakereler de bu süreçte önemli bir etken olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla, Hizbullah’ın bu girişimi, aynı zamanda İran açısından da bir deneme ve meydan okumayı gündeme getirdi.
Halk nezdindeki desteği bağlamında nasıl bir karşılığı oldu/olacak?
Talha İsmail Duman: Hizbullah’ın bu hamlesi, Lübnan’ın kronikleşen enerji sorununa kalıcı bir çözüm üretmese de, temel ihtiyaçlarını karşılamada çaresizlik yaşayan halka geçici olarak nefes aldırması bakımından kritik bir öneme sahip. Hizbullah, bu girişimiyle başta Şii nüfus olmak üzere kendisiyle müttefiklik ilişkisi kuran tüm kesimlerden seçmenle ilişkisini tahkim etme imkânı yakaladı.
Muhalifleri ikiye böldü
Diğer yandan, kendisine muhalif olan seçmen kitlesinde Hizbullah’ın propaganda amaçlı hareket ettiği izlenimi öne çıksa da, enerji kaynaklarına ulaşmada yaşanan çaresizlik İran’dan getirilen yakıtın kullanımında muhalifleri ikiye bölmüşe benziyor.
Bir kesim Hizbullah’ın bu hamlesiyle devletin egemenliğini ihlal ettiğini belirterek, mevcut yakıtın kullanımı durumunda ABD yaptırımlarına tabi olabilecekleri yorumunda bulunurken, diğer bir kesim ise Hizbullah’ın sunduğu fırsattan başka imkânlarının olmadığını gerekçe göstererek yakıt alım fiyatlarını beklemeye başlamış durumda.
Eğer Hizbullah gerek hibe gerekse de uygun fiyatlandırma konusunda verdiği sözleri yerine getirirse, kendisine muhalif olan halk kesimleri nezdinde de prestij sağlama imkânı yakalayabilir.
Tabii, siyasetin çok yoğun gerilimler eşliğinde yaşandığı Lübnan’da bu iyimser havanın çok da uzun soluklu olması beklenmemelidir. Kısa vadeli bu girişimin Hizbullah tarafından kalıcı bir projeye dönüştürülmesi halinde ise halktaki karşılığının çok daha kalıcı bir niteliğe sahip olması mümkündür. Ancak şu an görünen tabloda buna işaret eden herhangi bir durum söz konusu değildir.
Beşşar Halabi: Lübnan’daki durum çok karmaşıklaştı. Baktığımızda Hizbullah’ın İran’dan yakıt getirme hamlesini medyada kendi rakiplerine ve ABD’ye karşı çok başarılı bir şekilde kullandığını görüyoruz.
Halkın bir kısmı şaşkındı bir kısmı ise olumlu yaklaştı
Nasrallah ekranlara çıkıp “İran yakıtını Suriye üzerinden getireceğim. Bakalım kim bana engel olabilecek?” dediğinde bazı şüpheler vardı. Ancak bu sözlerini gerçekten yerine getirdiğinde Lübnanlın bir kısmı şaşkınlık yaşarken bir kısmı bu hamleye olumlu yaklaştı.
Mezhep ve din açısından kırılgan bir yapıya sahip Lübnan’da bu gelişmeden sonra birçok kişi neden benim liderim benzer bir girişim yapmıyor? Sorusunu sormaya başladı. Sünniler, “Saad Hariri neden mazot ve benzin temin etmek için Körfez ülkeleri veya Türkiye ile görüşmüyor?”, Hristiyanlar ise “Mişel Avn neden Batı ülkelerinden bu konu için destek talep etmiyor? sorusunu sormaya başladılar.
Bu durum bile Hizbullah için bir kazanç.
Çünkü 17 Ekim 2019’da halkın ayaklanması sırasında sokaklarda bu mezhepsel bölünmeler erimişti ve bir birlik duygusu hakimdi. Hizbullah ve tüm diğer siyasi aktörler bu birliği yok etmek için elinden geleni yapmaya çalıştılar.
Hizbullah’ın bu adımdan ikinci kazanımı ise “Hizbullah, ABD’nin Lübnan’a uyguladığı ambargoyu yerle bir etti” şeklinde yürüttüğü propaganda.
Son iki yılda Hasan Nasrallah’ın imajı tabanın gözünde sarsılmıştı ve tabanın liderlik kadrosuna duyduğu güven zayıflamıştı.
Bunun sebebi ise Hizbullah tabanının sadakatini kazanmak için daha önce kullandığı, “Lübnan’daki Şiilerin ayrıcalıklı bir konumda. Çünkü tüm ihtiyaçları temin ediliyor ve onlar Hizbullah’ın koruması altında” şeklindeki söyleminin doğru olmadığının ortaya çıkması.
Zira Hizbullah’ın taraftarları, ülke ekonomisi çöktüğünde herkes gibi ekmek ve yakıt sırasında beklemek zorunda kaldıklarını ve ihtyaç duydukları ilaçları bulamadıklarını gördüler.
Tabanındaki güven kaybını ‘büyük zafer’ ile telafi etme çabası
Tüm bunlar Hizbullah’ın tarafların arasındaki gücünü sarsmıştı. Hizbullah da imajını onarmak için “büyük bir zafere” ihtiyacı vardı. İşte Suriye üzerinden ülkeye yakıt getirmek ona bu anlamda da hizmet etti.
Hizbullah’ın bir başka kazanımı, ülkedeki tüm alanları kontrolünün altına aldıktan sonra ülkeyi, “direniş ekseni” olarak da adlandırılan İran ekseninden daha da yakınlaştırmak. Lübnanlıların bir kesimi İran ekseninde olmaya karşılar. Ancak Hizbullah öyle ya da böyle bu yakınlaşmayı dayatmaya çalışıyor.
Bazı uzmanlar, Hizbullah’ın bu çözümünün sürdürülebilir olmadığını, grubun bu adımla sadece gövde gösterisi yapmak istediğini iddia etmişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Talha İsmail Duman: Şu anki tabloda Hizbullah’ın bu çözümünün palyatif bir karakter taşıdığı net olarak görülüyor. Petrol tedarikinin sürekli bir şekilde devlet-dışı bir aktör tarafından sağlanması ne mümkündür ne de bu aktörlerin böyle bir sorumluluğu vardır.
Diğer yandan, Hizbullah’ın petrol arama faaliyetlerine başlayacağına dair bazı haberler de yansıdı medyaya. Ancak mevcut konjonktürde bu tür haberlerin çok gerçekçi olmadığını ifade etmek gerekir.
Kanaatimce, Hizbullah toplumsal çöküşe doğru giden bir süreci durdurmak ve geçici bir ferahlık sağlamak adına bu inisiyatifi aldı ve bundan daha öte bir sorumluluk almaya çok istekli görünmüyor.
Zira bu sürecin bir adım daha öteye götürülmesi “devlet içinde devlet” ve “egemenlik” meselelerinin yoğun bir şekilde yeniden tartışılmasına neden olur. Ne Lübnan siyasetinin buna hazır olduğunu ne de Hizbullah’ın böyle bir risk alacağını düşünüyorum.
Ayrıca Hizbullah’ın bu adımı bir gövde gösterisi olma özelliği taşıyor olsa da, sadece bu amaçla bu adımın atıldığı yorumları da oldukça naif geliyor bana. Neticede toplumsal-siyasal-askeri bir hareketten bahsediyoruz. Bu üç kanat arasında denge kurma çabasında olan Hizbullah’ın, attığı adımlarda daha rasyonel bir zeminde hareket ettiği kanaatindeyim.
Beşşar Halabi: Tabii ki öyle. Hizbullah’ın getirdiği yakıt ülkenin ancak bir haftalık ihtiyacını karşılayabiliyor. Bugün İran da bir ekonomik ve yakıt kriziyle karşı karşıya. İranlı vatandaşlar da yakıt alabilmek için istasyonlarda sıra beklemek zorunda.
Hasan Ruhani hükümeti yakıta zam kararı aldığında İran sokaklarındaki protestoları hatırlayalım. İran yönetimi bu protestoları şiddetle bastırdı. Birçok uluslararası insan hakları örgütü bununla ilgili raporları da var.
Bundan dolayı İran’ın Lübnan’ın yakıt ihtiyacını sürekli karşılaması mümkün değil. Hizbullah’ın iddiasını da kabul edip onun bu yakıtı İran’dan parayla satın aldığı iddiasını kabul edersek bile Hizbullah’ın da böyle bir ekonomik gücünün olmadığını biliyoruz.
Zaten Lübnan hükümetinin de bu yakıtı satın alamayacağını biliyoruz. Çünkü ABD’nin yaptırımlarına maruz kalması söz konusu olabiliyor. Ki bunu Hizbullah dahil hiç kimse istemiyor.
Bundan dolayı Hizbullah bu manevradan amacı aslında mevcut soruna gerçek ve sürdürülebilir bir çözüm değil siyasi kazanım ve var olmasa bile bir “zafer” elde etmek istedi.
Gerçek bir çözüm arayışı değil sadece propaganda amaçlı bir adım
Bugün dünyada Lübnan’daki elektrik sorunu duymayan kalmadı. 2021 yılında olmamıza rağmen Lübnan’da elektrik günde 1 veya 2 saat verilebiliyor.
Elektrik Bakanlığı, yıllardır Hizbullah’ın müttefiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın partisi Özgür Yurtseverler Hareketi’nin elindeydi ve orada yapılan yolsuzluk dillere destan olmuştu.
Hizbullah elektrik sorunu konusunda gerçekten çözüm odaklı ve reform yapmak istiyor olsaydı kendi müttefiklerine baskı yapardı veyahut o bakanlığı kendi alır gerekli reformaları yapardı.
Hizbullah elektrik ve yakıt krizi konusunda aslında daha çok propaganda ve dar siyasi kazanımlar peşinde.
Lübnan’daki yakıt ve elektrik krizinde ABD-İran rekabeti açık bir şekilde su yüzüne çıkmıştı. İran ülkedeki müttefiki Hizbullah’a yakıt tedarik ederken ABD, Mısır ve Ürdün üzerinden Lübnan’a elektrik temin etmek için girişimler yürüttü. Lübnan’daki dış güç rekabeti tablosundaki son gelişmeler bize ne anlatıyor?
Talha İsmail Duman: Lübnan’ın dış güçlerin rekabetine pek çok ülkeden daha fazla şahit olduğunu hesaba kattığımızda, mevcut sürecin bölgesel ve küresel güçlerin rekabetinde yeni bir sayfa açılması anlamına gelebileceğini söylemek mümkün.
İfade ettiğiniz gibi, Hizbullah’ın yaptığı hamleye karşı ABD yeni bir girişimin önünü açtı. İlginçtir ki Mısır ve Ürdün üzerinden doğal gaz ve elektrik tedarikini öngören bu girişimin duraklarından birisi de Suriye olarak görünüyor.
Sezar yasası ile ABD’nin yoğun yaptırımlarına maruz kalan Suriye’nin, yine ABD’nin dolaylı izniyle Lübnan’daki krizin çözümünde aktör haline gelecek olması, İran-ABD rekabetinin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir.
Trump’ın aksine Biden yönetiminin başta Yemen ve Lübnan’da strateji değişikliğine gitmek zorunda kalacağı tahmin ediliyordu. Hizbullah’ı cezalandırmak suretiyle Lübnan’daki etkisini artırma stratejisi karşılık bulmayan ABD, Biden dönemiyle birlikte Lübnan’da daha ‘yapıcı’ politikalar takip ederek müttefiklerini destekleme çabası içerisinde.
Ancak mevcut siyasi atmosferi düşündüğümüzde, ABD açısından böyle bir sürecin işletilmesinin çok kolay olmadığı ortada.
İran-Suriye yanlısı 8 Mart bloku bileşenlerinin siyasi etkinliğini artırdığı bir dönemde, ABD-AB-Suudi Arabistan destekli 14 Mart bloku kendi içerisinde ciddi krizlerle karşı karşıya. Bir de buna ABD politikasındaki değişiklik eşlik edince, Lübnan’daki dış güçler rekabetinde İran-Suriye lehine şekillenen tabloda yakın vadede değişiklik olmasını beklemiyorum. Ancak az önce de ifade ettiğim gibi, 2022 yılı oldukça kritik bir yıl.
Öyle zannediyorum ki, her iki bloku destekleyen bölgesel ve küresel güçler Lübnan gibi stratejik öneme sahip bir ülkedeki etki kapasitelerini yitirmemek adına gelecek sene Lübnanlı aktörlere her zamankinden daha fazla yatırım yapacaktır. Hizbullah’ın İran’dan yakıt tedariki sağlayarak rakiplerine gözdağı vermesi, bu yatırımların şimdiden başladığını gösteriyor.
Ayrıca uzun zamandır Lübnan’da etkinliğini artırma çabasında olan Rusya’nın ülkenin içinde bulunduğu krizlerle ilgili alacağı inisiyatifler de mevcut bloklaşmaların geleceğine dair yeni tahminlerin doğmasına neden olabilir. Bunu da önümüzdeki süreçlerde izleyerek göreceğiz.
Beşşar Halabi: Lübnan’daki ABD-İran rekabeti hakkında yapılan yorumlar bana biraz abartılı geliyor. Doğal olarak ABD’nin Lübnan’da nüfuzu var. Bu nüfuzu yok saymak veya görmezden gelmek mümkün değil. Ancak bugün bu nüfuz belli kişi ve halkın belli kesimi arasında var. Çünkü bu kitle ABD’nin Lübnan’da bir rolünün olmasını istiyor.
Ancak bugün Lübnan’ı fiili olarak yöneten güç Hizbullah’tır. İran da Hizbullah üzerinden büyük bir nüfuza sahip oluyor. ABD’nin son dönemde Lübnan’daki elektrik krizi konusunda ortaya koymaya çalıştığı çözüm aslında bir süreden beri üzerinde çalışılan bir plandı.
Mısır’dan gaz tedarik edip bu gazla Ürdün’de elektrik üretmek ve bu elektriği Suriye üzerinden Lübnan’a aktarmak aylardan beri üzerinde çalışılan bir konu. Hatta Ürdün Kralı İkinci Abdullah’ın, bu planın Washington’un Suriye rejimine uyguladığı Sezar yaptırımlarına takılmaması için temmuz ayında gerçekleştirdiği ABD ziyareti sırasında Başkan Joe Biden’den özel olarak muafiyet talep ettiğini biliyoruz. Çünkü Ürdün ekonomisi pandemi nedeniyle çok zor durumda.
Ancak Hizbullah İran’dan yakıt getirme planını açıklayınca Cumhurbaşkanı Özel Kalemi, ABD’nin desteklediği çözüm planını medyaya sızdırdı. Böylece ABD Büyükelçisi ortaya çıkıp planı açıklamak zorunda kaldı.
Elbetteki Lübnan’da ABD-İran rekabeti var ancak bu rekabet, karşılıklı çözüm planlarıyla bir düello şeklinde görülmemeli. Lübnan ise bu rekabeti kendi lehine kullanmaya çalıştığını görüyoruz.
Lübnan’da mezhepsel temellere dayalı siyasi rejim, ezelden beri dış yardıma bağlı ve dış aktörlerin arasındaki rekabetten beslenerek ayakta duruyor.
Dolayısıyla bugün bu rejimin aktörleri dışardan gelebilecek her türlü yardıma seviniyorlar.
Güvenoyu alan Mikati hükümeti, İran-Fransa uzlaşması ve ABD’nin göz yummasıyla kurulduğunu biliyoruz. Lübnan, ABD-İran rekabetinin ana sahlarından biri değil.
Washington ve Tahran, nükleer anlaşmaya geri dönmek için Viyana’da aylardan beri müzakereler yürütüyor. İran cumhurbaşkanlığında hasıl olan değişiklikten sonra iki taraf muhtemelen gelecek ay bu müzakereleri yeniden sürdürecek.
Körfez ülkeleri Lübnan’da yaşanan krizler karşısında nasıl bir tutum takınıyor?
Talha İsmail Duman: Körfez ülkeleri arasında Lübnan’la yakından ilgili olan üç ülke olarak Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) öne çıkıyor. 2008’de Lübnanlı aktörler arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturan Doha Mutabakatı’na ev sahipliği yapan Katar, Lübnan’a yaptığı yatırımların önemli bir kısmını Suriye iç savaşında taraf olması sebebiyle kaybetti. Bugün Katar’ın geçmişte üstlendiği arabulucu rolünden uzak olduğunu görüyoruz.
Öte yandan, Körfez krizi sonrası Katar’ın yaşadığı dışlanma hali, Lübnan’da da kendisini gösterdi. Dolayısıyla, ülkedeki eski etkinliğine sahip olmayan Katar, daha ziyade sivil toplum çalışmalarını destekleyerek kendi lobisini oluşturma peşinde ilerliyor. Benzer şekilde, BAE’nin de siyaset sahnesindeki etkinlik alanını Suudi Arabistan’a bıraktığı ve daha ziyade kültürel çalışmalar ve sivil toplum faaliyetleri etrafında politika geliştirdiği görülüyor.
Suudi Arabistan açısından ise Lübnan önemli bir mevzi kaybı olarak değerlendirilebilir. İran’la rekabet alanı olarak gördüğü Lübnan’a ciddi yatırımlar yapan Suudi Arabistan, 2016’daki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayan, 2017’de Saad Hariri’nin istifa ettirilmesi meselesiyle alevlenen ve 2018 parlamento seçimlerinde müttefiklerinin önemli sayıda sandalye kaybı yaşamasıyla zirveye çıkan süreçte Lübnan’daki etkinlik alanını kaybetti.
Körfez krizi ve Cemal Kaşıkçı cinayetleri ile Katar ve Türkiye ile yaşadığı sıkıntıların Lübnan’daki yansımalarına da tanık olan Suudi Arabistan, Hizbullah’ın etkisini kıramayacağını anladıktan sonra uzunca bir zaman ülkeye yatırım seviyesini düşük düzeyde tuttu.
Trump’ın yaptırımlarının Hizbullah üzerindeki etkisinin oldukça sınırlı kalması, Biden dönemiyle birlikte Suudi Arabistan’ın da Lübnan’da eskisi gibi daha görünür hale geleceği bir sürece girmesine neden oldu.
Her ne kadar Suudi Arabistan’ın yeni dönemde İran’la yumuşama sinyalleri verdiği görülse de, Hizbullah’ın petrol açılımının Suudi Arabistan’da ciddi bir rahatsızlık yarattığı görülüyor.
2022 seçimlerini ülkedeki etkinlik alanını geri kazanmak için belki de son şans olarak gören Suudi Arabistan’ın, enerji tedarikiyle ilgili ABD girişimine destek verdiğini ve Lübnan ekonomisine dair yeni projeleri görüşmeye açık olduğunu deklare etmesi, yakın vadede Lübnan siyasetinde bölgesel bir dış aktör olarak Suudi Arabistan’ı daha fazla göreceğimiz anlamına geliyor.
Ancak bu etkinlik çabalarının ne tür etkiler yaratacağını tahmin etmek için henüz oldukça erken. Zira Lübnan, hareketli gündemiyle iç ve dış aktörleri hızlı bir şekilde sahneye davet etme potansiyeline sahip olan bir ülke. Bu bakımdan her bir gelişmeyi yakından takip etmek, tahminlerin daha sağlıklı olması açısından önem arz ediyor.
Beşşar Halabi: Körfez ülkeleri, Lübnan’daki nüfuzunu nisbeten kaybetti. Dahası Lübnanlılara güveni ve bu ülkeye siyasi yatırım yapmaya iştahı bile kalmadı.
Lübnan’da bugün cumhurbaşkanı, parlamento ve hükümet de Körfez karşıtı sayılabiliyor çünkü hepsi Hizbullah’ın kontrolü altında.
Körfez’de birçok ülkenin İsrail ile imzaladığı barış anlaşmaları Lübnan’ın onlar için önemini daha da azalttı. Bugün gerek Suudi Arabistan gerek Birleşik Arap Emirlikleri Lübnan ile pek ilgilenmiyor.
Körfez ülkeleri bu aşamada Lübnan’a yardım etme gibi niyetlerinin olmadığını düşünüyorum.
Lübnan’da kurulan hükümetin bazı reformları yapmak kaydıyla uluslararası toplum ve İMF tarafından destek almaya başlasa bile Körfez ülkelerinin Lübnan’a ilgisinin canlanacağını düşünmüyorum.