Her yıl yaz aylarında değişik değişik haberler ile karşı karşıya kalıyoruz.
KKTC’de siyasilerin, memurların, ahalinin tatile çıkmasından; aşırı sıcaklardan veya ülkenin diğer gerçeklerinden olsa gerek ülkede ilgi çekici sıcak haberler ve ilgili tüm haberler bu dönemde nerdeyse kara borsaya kadar düşmektedir.
Köşe bucak haber arayan bazı arkadaşlar, acil durum çıkışı olarak gördükleri ve halı altında hazır tuttukları “Milletin Milli ve Manevi Değerlerine veya Anavatan’a saldırmayı nerdeyse gelenek haline getirdiler maalesef.
Zaten sosyal medya tıklaması ile eşdeğer görülmeye başlanan haber değerleri; halkın Milli ve Manevi Değerlerine olan bağlılığına paralel olarak verdiği refleksten ve kendini bu refleksin karşısında mağdur olarak gören ve Hâlâ daha yaşamında ve düşüncelerinde Laiklik ve Atatürkçülüğü oturtamamış ve Atatürkçülüğü “Din Düşmanlığı” sanan bazı arkadaşları karşılıklı olarak tartıştırarak yeterince yorum almakta, beğeni toplamakta, yeterince tartışılma görülmesi sağlamakta ve kendi usullerince habercilikte başarı sağladıklarını düşünmektedirler.
Biz, iletişim bilimlerinde bu tarz arkadaşlar için “Yeni Nesil Bedavacı Muhabir” esprisi yapsak da bu espirinin birçok arkadaşa komik gelmediğinin de farkındayız…
Bizim asıl konumuz, KKTC genelinde Camilerde imamlar tarafından verilen Dini bilgiler pratiği kursları ile ilgili yorumlardır.
43 buçuk yaşına girip KKTC’de doğup büyüyen bir birey olarak 5 yaşından beri Camilere girip çıkan ve oradaki tüm faaliyetleri yakinen takip eden ve inançları doğrultusunda yaşamaya çalışan bir araştırmacıyım.
İlk olarak 5 yaşında yaz kurslarında Yukarı Bostancı Cami’inde başlayan pratiğim aralıksız olarak devam etmektedir.
Gerçi Babamın elimden tutarak götürdüğü camiiden kendini Atatürkçü ve Laik olarak tanıtan ve çok yüksek ses ile bağırarak konuştuğunu hatırladığım ve daha sonra ilköğretimde öğretmenim olan bir büyüğümüzün yanında getirdiği polis ve kolluk güçlerinin şiddeti ile kapıyı tekmeleyerek açtığı ve “Burda Şeriatı mı kuruyorsunuz?, Alın bunları içeri. Burası Laik bir ülkedir, Laik kalacaktır” diye çığlık attıklarını ve ismini unuttuğum dönemin imamını ve suç organları olarak gördükleri Kuranı Kerim ile Dua kitapciklarını mavi renkli Land Rover marka polis aracının arka kısmına yaka paça artıklarını ve 5 yaşında bile var olan direnişçi ruhumuz ile ayakta durduğumuz ve ağladığımız esnada; gözleri o kadar dönmüş olacak ki bizlere tokat atacak kadar ve caminin muezzini olan rahmetli Mustafa Tolgay’ı sandalyesi ile beraber iteliyip yere düşürecek kadar ileri giden tavırları hiç unutamamış olsam da yine de 5 yaşında yaşadığım o acı tecrübelerden hiç de pişman değilim.
Arşivlere bakılır ise mutlaka bulunacaktır.
O dönemde de yine kendini “Aydın” oradaki inançlı halkı “Yobaz” olarak gören bazı gazeteciler bu olayı “Bostancı’da İrtica Hortladı” başlıkları ile sayfalarına taşımış, imamın ve Kuranı Kerimlerin resmini de çok önemli bir haber miş gibi fişlemişler idi.
Hatta hafızamda tramvalara sebep olan bu haber içeriklerinde “Orda terörist yetiştiriyorlar, Bu çocuklar Hizbullahçı olacaklar” gibi içeriklerin işlendiğini; sonraki yıllarda büyüklerimden dinlediğim mülakatlarda kayıt altına almışlığım da vardır.
Neyse bu konuları sadece örnek olsun diye aktarmak istedim. Zaten üstünden nerdeyse 40 yıl geçti. Ne biz onların dediği gibi terörist olduk, ne de onların dediği gibi Hizbullahçı. Orda o dersleri alan çocuklar ile almayan çocuklar arasında hiçbir sosyolojik değişim de mevcut değil zaten. Hatta bizim dönem olan o 40 kişilik sınıftan birkaç Dr. , birkaç Akademisyen, birkaç subay ve devletin çok önemli yerlerinde görev alan birçok arkadaşımız da oldu…
Şimdi gelelim asıl konumuz olan Laiklik ve Atatürkçülük olgusuna:
Yukarda belirttiğim gibi “Laiklik ve Atatürkçülük” kavramını ilk kez caminin kapısını ayağı ile açıp baskına gelen öğretmeninden duymuştum.
Manasını hep merak ettiğim Atatürkçülüğün ne manaya geldiğini ilk kez, yine kapıyı Laiklik ve Atatürkçülük adına tekmeleyen hocama sordum:
Bana, bir kağıda “Laikliğin manasını” ve “Atatürkçülüğün ne manaya geldiğini?” 40 kez yazıp getirme cezası vermişti hocam. Zor ama verimli bir ödevi benim için…
Konu çok uzun kestirmeden geçeyim…
Verdiği kaynakta “Laikliği: Din ve Devlet işlerinin ayrı olması gerektiği ve Dini tüm faaliyetlerin devletin kontrolünde yapılması gerektiği” yazıyor idi… Atatürkçülüğü ise “Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına bağlılık olarak tanımlıyor” idi kaynak…
O küçük yaşta bu öğrendiğim bilgiler çok hoşuma gitmişti. İlk okul bitene kadar da Atatürk ile ilgili bir çok şey öğrenip özel günlerde bayrak önünde okuma fırsatı bulmuştum. Bu beni çok mutlu ediyor idi..
Ancak o gün aklıma yatmayan ve gerçi hâlâ daha aklıma yatmayan bir konu vardı:
Eğer Laiklik ve Atatürkçülük “Dinin Devlet tarafından verilmesini ve takip edilmesini” emrediliyor ise “Laik ve Atatürkçü” olduğunu iddia eden arkadaşlar Devletin verdiği yaz Kur’an kurslarına niye karşı çıkıyorlar?
Mesela, Laikliğin veya Atatürkçüğün bizim bilmediğimiz başka bir tanımı mı var?
Veya ailesinin isteği üzerine küçük yaşta camiye gidip dini bilgiler pratiği kurslarına katılan çocukların Laikliğe nasıl bir tehlikesi vardır?
Ve/veya o ailelerin camiye göndermiş oldukları can paresi çocuklarını, bu konuyu yazıp/çizip , ikram edilen dondurmaya kadar çaput eden arkadaşlar kadar evlatlarını sevmiyorlar mı?
Ya da kötü bir etkinlik olduğunu düşünseler evlatlarını oralara gönderirler mi? …
Lütfen! Demokrasi, Laiklik ve Atatürkçülük gereği , yasalarımız ve bağlı tüm mevzuat çerçevesinde herkesi rahat bırakın artık.
Bırakın herkes inandığı gibi yaşasın ve çocuklarını istediği gibi yaşatsın.
Bu toplumun inançları ve düşünceleri sizin birkaç like ve beğeninizden gerçekten çok daha önemlidir..
Lütfen her haber bulma zorluğu çektiğinizde bu milletin milli ve manevi değerlerine saldırmaktan vaz geçiniz artık…
Not: Gerçek Atatürkçülere çağrımdır. Sizler Devletin verdiği eğitimlere sahip çıkmadıkca gerçek tehdit olan merdiven altı üretim merkezlerine destek olmuş olmaktasınız…
Aslında bu konu hakkında çok yazılıp çizilecek şey var ama neyse…
Tüm okurlarımıza sevgi ve saygılarımla.