UBP Milletvekili Dr. Hasan Küçük, Güney Kıbrıs’ın İsrail’in lojistik üssü haline gelmesini eleştirerek, bu durumun Kıbrıs adasını tehlikeye attığını belirtti. Küçük yaptığı yazılı açıklamada, “Tehlikenin farkına varmalıyız” ifadelerini kullandı.
Ulusal Birlik Partisi Girne Milletvekili Dr. Hasan Küçük, Güney Kıbrıs’ın İsrail’in lojistik üssü haline gelmesini eleştirdi.
Yazılı bir açıklama yapan Küçük, İsrail’in Gazze’de yaptığı insanlık kıyımına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin vermiş lojistik desteğin Kıbrıs adasını tehlikeye attığını söyledi.
Güney Kıbrıs’ın başta Ortadoğu olmak üzere Filistin’e yönelik saldırılar için bir üs haline getirildiğini dile getiren Küçük, “Bu durum karşısında Anavatan Türkiye’nin garantörlüğünün ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkmıştır” dedi.
Küçük, “20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı’nın 50. Yıldönümü kapsamında Anavatanımızın Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın KKTC’ye gelecek olması bizlere güven teşkil etmektedir” ifadelerini kullandı.
Küçük, “Yaşanan siyasi gelişmelerden çıkarılacak net mesaj Türkiye Cumhuriyeti sadece KKTC’nin değil GKRY’nin de güvenlik anlamında garantör ülkesi olduğudur. Bu açıdan, 20 Temmuz kutlamaları kapsamında her zaman varlığı ile bizlere güç veren Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ziyareti çok daha önemli ve anlamlıdır” şeklinde konuştu.
“RUMLAR ASKERİ ÜSLERİNE LOJİSTİK ÜS KILIFI UYDURDU”
Küçük açıklamasına şöyle devam etti;
İsrail’in Gazze’ye saldırıları ve Ortadoğu’ya yönelik gerçekleştirilen operasyonlarda Kıbrıs adası ne yazık ki Güney Kıbrıs tarafından bir askeri üs haline getirilmiştir. Buna kılıf olarak “Lojistik Üs” ifadesi kullanılarak makyaj yapılmaktadır. Ancak bilinmelidir ki adada sadece Kıbrıslı Rumlar yaşamamaktadır. Kıbrıs Türk Halkı da bu toprakların öznesi ve gerçek sahipleridir. 1571 yılından beridir Kıbrıs’ta var olan halkımız Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi altındadır. Son dönemlerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin takındığı şovenist tutumlar her iki halkı da tehlikeye atmaktadır. Hizbullah’ın GKRY’yi tehdit etmesi bir sebebin sonucudur. Ancak bilinmesi gereken buradaki en önemli hususlardan biri Türkiye Cumhuriyeti’nin her iki ülkenin de garantörü olduğudur. Gerektiğinde Kıbrıs Türk Halkı’nın yanında Kıbrıs Rum Halkı’nın da can güvenliğini de Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti, din, dil, ırk ayrımı gözetmeden korumaktan imtina etmeyecektir. Nitekim 1959-60 antlaşmaları ile bu hak kendisine verilmiştir. Eğer Kıbrıs adası ile ilgili bir söz söylenecekse Türkiye bu aktörlerin başında gelmektedir. Yerli ve milli teknoloji ile üretilen TCG Anadolu Gemisi’nin komutanlığında Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait gemilerin Kıbrıs’a gelecek olması da Mavi Vatan’ın da sahipsiz olmadığını belgelemektedir.
Buradan yola çıkarak Akdeniz’in incisi dediğimiz yeşil adamızda İsrail’e destek veren üslerin İngiliz’in veya başka bir emperyalist gücün elinde olmasının bizlere güvenlik getirmeyeceği aşikârdır. Bunun yanında bu coğrafyada haklının değil güçlünün haklı görüldüğü ve çıkar guruplarının din, dil, ırk ayrımı yaptığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Özellikle batıda artan milliyetçilik akımının Güney’deki tezahürü ise Türk ve Müslüman düşmanlığıdır.
Son zamanlarda yoğun bir bütçe ayrımı ile Rum tarafının yapmış olduğu silahlanma vaziyeti bizlere kendi içimizde ufak tefek sorunlara takılmayıp resmin büyüğünü görmemiz gerektiğini anımsatmıştır. Anavatan Türkiye ile bağlarımızı daha da güçlendirmek ve aynı paralelde Türk devletleri Teşkilatıyla daha da bir olmak, ilim bilim yolunda daha da ilerlemek bizlerin her şeyden öte kendimiz ve çocuklarımız için en asli görevimizdir.
Diyeceğim son söz şudur ki önce kendi içimizde birlik huzur güven ve barışı sağlayıp sonra insanlık adına haklı davamızda ilerleyip güzel günleri bugün değilse yarın tesis etmektir.