1974’te Boğaz’da bölük komutanı olarak görev yapan ve 20 Temmuz Barış Harekatı’nda Türkiye’den gelen askerleri karşılayan öncü birlikte yer alan emekli Binbaşı Çetin Serez, o günleri şu ifadelerle anlattı :
- “05.20’de gözümüz semalardaydı…” 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece yarısı karargaha telsizle çağrılarak taarruza geçileceği haberini alan Serez, saat 05.20’de tüm askeri personelin gözünün semada olduğunu söyledi. Tam o saatte boğaz semalarından öyle yüksek seslerin koptuğunu aktaran Binbaşı, “Hiç bilmediğimiz helikopterler, savaş uçakları geldi.. Bir taraftan bombardıman başladı. Nakliye uçaklarından atlayan paraşütçüler gelincik gibi havada süzülüyordu. Tabiat, doğa, susmuş durumdaydı. Muhteşem bir andı” dedi
Emine Gül ÖZER
Kıbrıs Cumhuriyeti ordusunda görev yapan, 1976’da Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın (GKK) kurulmasında yer alan TMT Mücahitler Derneği Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten emekli Binbaşı Çetin Serez, 20 Temmuz 1974’ün 50’nci yıl dönümünde, o günlerde yaşananları ve anılarını KIBRIS muhabirine anlattı.
1963 olaylarını anlatırken duygulanan Serez, yaşananları “Kıbrıs Türkü için en acı ve unutulmaz bir ıstırap olarak tarihe geçmiştir” ifadeleriyle özetledi.
Düşmana gafil avlanmadıklarını bir kez daha yineleyen emekli Binbaşı, 19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece yarısı 3 tabur ve 3 bağımsız bölük komutanı tarafından karargaha telsizle çağrıldıklarını kaydederek, saat 05.20’de teyakkuza geçildiğini, tüm birliklerinin gözlerinin semada olduğunu söyledi.
Serez, o anları şu ifadelerle kaydetti:
“Tam o saatte boğaz semalarından öyle bir ses koptu ki. bir anda uçaklar, filolar geldi.. Bir yandan bombardıman başladı. Hiç bilmediğimiz helikopterler, savaş uçakları, aynı zamanda nakliye uçakları paraşütçüleri atmaya başladı. Kimse anlam veremedi. Tabiat, doğa, susmuş durumdaydı. Paraşütçüler gelincik gibi havadan süzülüyordu.”
“Askerlik hayatım boyunca bir çok olaya tanık oldum..”
Tüm askerlik hayatının genellikle Beşparmak Dağları ve Boğaz bölgesinde geçtiğini ve bu süreçte bir çok olaya tanık olduğunu ifade eden emekli Binbaşı Çetin Serez, şöyle devam etti:
“O zaman genç bir subaydım. Barış Harekatı’ndan bu yana 50 yıl geçmiş durumda. 1963 olayları hakikaten Kıbrıs Türkü için en acı ve unutulmaz bir ıstırap olarak tarihe geçmiştir.
Ben o dönemlerde 21 yaşında genç bir teğmendim. 1958-1974 arasında Kıbrıs Türk halkından 2 bin küsur kayıp, şehit verdik. Barış Harekatı’nda yine 500 Mehmetçikle, Mücahidin verdiği şehitlerle bu topraklar şehit kanıyla sulanmıştır”.
Düşmana hiçbir zaman gafil avlanmadıklarını ama çok acı günlerden geçtiklerini söyleyen Serez, “Rumlar 1963’te Türk halkını buradan sindirmek, yok etmek ve adadan göndermek maksadıyla Akridas Planı’nı hayata geçirdi. Acı çektik mi, çektik.. çok kan döküldü mü, döküldü.. Ama Rumlar da başarılı olamadı. Bu mücadele Kıbrıs Türkü’nün artık Kıbrıs’a odaklanma durumu oldu. Kurmuş oldukları utanç barikatlarında, Rumların kadınlarımıza, çocuklarımıza, yaşlılarımıza yaptığı muamelelere şahit olduk.” şeklinde konuştu.
“Rum hatlarını yararak, silah ve cephane ikbali yaptık…”
Mücadele esnasında diğer bölgeler arası iletişim sorunu yaşandığına dikkat çeken Binbaşı, “Lefkoşa ve Boğaz kopuktu. Biz Limasol’la, Larnaka’yla, Mağusa’yla sadece telsizle irtibat kurabilirdik. Mücahitler birbirinden uzaktı. Buna rağmen 103 noktada direnişimizi devam ettirdik” diyerek, 1963 Aralığı’ndan sonra 1964’te Mağusa – Karpaz tarafında bulunan köylerimizin sıkışık bir duruma girdiğini ifade etti.
Serez, köylere silah ve cephane ikmali yapılması gerektiğini aktararak, şunları kaydetti:
“Biz 25-30 kişilik bir grupla oraya gönüllü olarak gidip, o halkı eğitmek ve savaşa hazırlamak bakımından bir şubat ayının gece yarısında Hamitköy’den hareket ettik.
1964’te Rum, Türkü gördüğü zaman insan mı derdi? Rum çocukları ailelerine, ‘Türk nasıl bir şey?’ diye sorardı. Biz o dönem Rum hatlarının içerisinden geçerek harekete başladık. O iklimde yağmur çamur demeden Ercan yolunu takip ederek, Aya köyüne kadar gittik. Yolda Rumlarla karşılaştık ama biz mücahitler olarak kendimizi kamufle etmeyi bildik.
Rum hatlarını yararak sabahın ilk ışıklarında köye vukuatsız olarak ulaştık” .
Halkın kendilerini görünce bayram havası yaşadığını söyleyen Serez, daha sonra yaşananları şöyle anlattı:
“Oradaki tüm köylere saman arabası içerisinde dağıldık. Cephaneleri orada bıraktık. Bu, ilk defa yapılan bir sızma harekatıydı. 20 gün orada kaldıktan sonra geri dön emrini alarak döndük. Bu bizim için büyük bir mutluluktu. Ertesi gün 24 saat izin verildi ama o izni kullanamadık, bu defa Gönyeli sinemasında toplandık. Boğaz bölgesine intikalimiz istendi. 1964 Martı’nda Boğaz bölgesine hareket ettik ve orada konuşlandık, görevimiz 1986’ya kadar orada devam etti..”
“Boğaz bölgesi düşmanın eline geçerse Lefkoşa düşecekti!”
Serez, Boğaz Sancağı’nın 1964 Nisanı’nda Rumların dağdan sızmasıyla savaşa girdiğini belirterek, “O zaman Beşparmak Dağları muharebeleri başladı. Bu durum aylarca, günlerce devam etti fakat direniş hiç durmadı. Çünkü Boğaz bölgesi düşmanın eline geçerse Lefkoşa düşecekti. Lefkoşa düşman eline geçseydi Boğaz sıkışacaktı. O yüzden her zaman direnişe devam ettik” ifadelerini kullandı.
Sent Hilarion’da savaşa katılan, kendileri dışında çok fazla Mücahidin de olduğunu vurgulayan Serez, “Onlar bizimle beraber düşmana geçit vermeyen Sent Hilarion kahramanlarıydı. Boğaz Sancağı 3 taburdan oluşuyordu. Bir tabur Beşparmak silsilesinde, bir tabur Boğaz’da bulunan köylerde, son tabur ise Boğaz’dan başlayıp Gönyeli ve Kanlıköy’ü içerisine alacak şekildeydi. Bir de boğaz sancağına bağlı Plevne, Karargah ve Destek Bölüğü olarak da 3 bağımsız birlik Boğaz’a konuşlandı.” dedi.
“İkmallerimizi düşmandan karşıladık..”
O dönemlerde temel gıda ihtiyaçlarının yanında yaşama ve barınmak için ihtiyaç duyulan her şeyi düşmandan karşıladıklarını aktaran Serez “1’inci derece ikmallerde gıda, yiyecek yer alırken, 2’inci sırada yer alan ikmal akaryakıt, cephaneydi.. O dönem Girne, Rum’un elindeydi. Rumların arabasında 4 galon benzin varsa 1 galonunu hortumla çekiyorduk. İkmallerimizi düşmandan karşılıyorduk” şeklinde konuştu.
Emirle bütün köylerin köy fırınlarını faaliyete geçirdiğini, mücahidin yemek ihtiyacının köyleler tarafından karşılandığını vurgulayan Serez, yapılan ikmalleri şöyle ifade etti;
“ Tüm köylüler mücahit oldu. Sebzeler yetiştirildi. Mücahit kimseye muhtaç kalmadı. Her bölüğün bir tane Land Rover’i vardı. Ayda sadece 3-4 galon benzin ya verir, ya veremezlerdi.
Beşparmak görevimden sonra Kanlıköy’de göreve başladım. Orada bölük komutanlığım döneminde bütün mücahidimiz Gönyeli-Kanlıköy halkından oluşuyordu. Çoğu ürünü düşmandan ikmal ediyorduk. Örneğin beton mevzi durumu yapılması gerekiyordu.. Rum’dan bu tarafa hayati malzeme gelmesi yasaktı. (Deri,çivi,yiyecek,giyecek,lastik).
O dönem de Kanlıköyde bir baraj taşmak üzereydi. Birleşmiş Milletler (BM) oraya bir tim gönderdi. Ben gittiğimde o tim oradaydı. Barajın taşmaması için set çekmek istediler. Çimentolar Birleşmiş Milletler tarafından oraya getirildi. Onlardan istifade etmek lazımdı. Biz yine mücahit grubunu gece Barış Gücü’ne gönderdik. Orada bir yemek yedirdik ve içki içirdik. Barış Gücü alkolü içince biraz sızdı. Bizim mücahit de fırsattan istifade, bize yetecek çimentoyu oradan aldı. İkmaller böyle yapılıyordu.”
“Rumların taşkınlıkları, hazırlıkları herkesi huzursuz ediyordu”
Sonradan yine kursların açıldığını ve tekrar Boğaz bölgesinde Plevne bölük komutanı olarak göreve başladığını aktaran Serez, 1974’te bir sıkışık durum olacakmış gibi ortada bir his olduğunu belirterek, “Rumların taşkınlıkları, hazırlıkları herkesi huzursuz ediyordu. Barış Harekat’ından önce, yollar açılmıştı ama kontrollüydü. Girne’ye sivil bir şekilde muhabereye gittiğimizde Dome Hotel’in orada papaz heykeli vardı. Rumlar oraya yığılmıştı. Hava o kadar güzeldi ki Girne sahillerinden Toroslar çok yakın görünüyordu. Sanki buradan bağırsan Türkiye’den duyacaklarmış gibi. Bu durum Rumlarda korku yarattı o anda… Derken, 15 Temmuz darbesi Rumlarda kanlı olarak gerçekleşti” şeklinde konuştu.
Bütün mücahit birliklerinin teyakkuz ve alarm durumuna geçtiğini söyleyen Binbaşı, o an yaşananları şu ifadelerle özetledi;
“Seferberlik ilan edildi. Lefkoşa’dan bize seferi personel takviye geldi. Çıkartma olabilir dediler. 15 Temmuz, 16,17 Temmuz derken günlerce bekledik. Biz subaylar olarak inancımızı hiç kaybetmedik. Rumların darbe yaptıklarını, kendi aralarında nasıl çatıştıklarını hep radyolardan dinledik.
19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece yarısı 3 tabur komutanı ve 3 bağımsız bölük komutanı karargaha telsizle çağrıldık. Sancaktar muharebe idare yerindeydi, oraya gittik ve bize birer kapalı zarf verildi. Bir baktım üzerinde kırmızı damga vardı. ‘Harekat yıldırım, çok ivedi, çok gizli’ yazıyordu. Askerde bu damgalar önemlidir. Gazanız mübarek olsun dediler, öyle ayrıldık ve arkadaşlarla yolda hiç konuşmadık.
Zarfı açtığımda sayı olarak Türkiye Cumhuriyeti Genel Kurmay Başkanlığı’nın ilgi yazısı diye konuyu gördüm.. dedim ki bu iş tamam.. Bir harekat başlayacak durumda. Personele sabah 04.00’te tebliğ edilmesi gerek yazıyordu. Bir düşündük, nasıl olacak diye. Tüm tedbirleri almış durumdaydık. Her takım, her manga, silahını, cephanesini biliyordu. Personeli 02.00’de topladık. Bizzat ben verdim emri, sabah saat 05.20’de bombardıman başlayacaktır diye. Kimse inanmadı.
05.20’de gözümüz semalardaydı. Tam o saatte boğaz semalarından öyle bir ses koptu ki.. bir yandan uçaklar, bir yandan filolar geldi… bir taraftan bombardıman başladı. Hiç bilmediğimiz helikopterler, savaş uçakları, aynı zamanda nakliye uçakları paraşütçüleri atmaya başladı. Kimse anlam veremedi. Tabiat, doğa susmuş durumdaydı. Korkunç bir gürültü hakimdi her yerde. Paraşütçüler gelincik gibi süzülüyordu.. Tam o anda Girne’de denizden çıkartma başladı, muhteşem bir andı.”
“Rum kendi kanında boğuldu, Mağusa kurtarıldı”
- Harekat’ın başlayacağı emri verildikten sonraki yaşananlar hakkında konuşan emekli Binbaşı, şöyle devam etti:
“En ileri hattımız Çatalköy’deydi. Açılıp yayılma emri verildi 14 Ağustos’ta.. Boğaz Bölgesi’nden Gönyeli’ye kadar kolordu oraya sıkıştı ve sabah ezanı okundu. Bütün asker namaz kıldı ve İkinci Harekat başladı. İkinci Harekata helikopterle birliğin üzerinden katıldık.
Mağusaya kadar gittik. Kaleiçi’nde sıkışan mücahitler vardı. Rum kendi kanında boğuldu, Mağusa kurtarıldı. Helikopterler yardımıyla mücahidi kurtardık. Mutlu bir harekat oldu. Şehitler verildi ama kazandık. Harekattan çok sonra 1976’da Güvenlik Kuvvetleri kuruldu. Boğaz birlikleri, sancaklar dağıldı ve bayraktarlık, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’na dönüştü”.
“Bizim toplar, bu defa düşmanı bombardımana tuttu”
O günlere dair unutamadığı anısını KIBRIS okurlarıyla paylaşan Emekli Binbaşı Çetin Serez, şu sözleri aktardı;
“Düşman Dikmen Köyü’nden, Boğaz Bölgesini topyekün havan atışına tuttu. Hem bizden, hem çıkartma birliklerinden şehitler verildi. O an ‘karargaha gel’ diye bir telsiz aldım. Gittim ama etraf ana baba günü. İzah edilmez.
Kıbrıs Türk Kuvvetleri alayı, kadınlarını, çocuklarını boğaza gönderdiler. Perişan, sokaklarda dolaşarak ağlıyor insanlar. Savaşlarda rütbe çıkartılır, usul böyledir.
O anda Sancaktar Boğaz Kumandanı, ‘işte efendim dedi, bölük komutanı arkadaşımız geldi’…beni gösterdi.. ‘emredersiniz komutanım’ dedim.. Git dedi… Pınarbaşı’nda dört tane top indi paraşütle, onlara hedef tarifi yap.. çünkü yer bilmiyorlar.
Boğaz asfaltını düşünün, yüz metre Dikmen’e karşı ve Rumlar mevzilenmiş durumda. Havaalanına gittim. Orada bir üsteğmen buldum. ‘Toplar varmış’ dedim, iki asker verdiler yanıma. Her topun başına gidip, ben ve yardımcılarım hedef tarif ettik. Bizim o toplar, bu defa düşmanı bombardımana tuttu. O kadar cephane harcadılar ki namlular kıpkırmızı oldu. O iki kılavuz askeri yanıma aldım ve aldığım yere geri bıraktım.
500 metre geçmeden şiddetli bir patlama, infilak oldu. Bir baktım iki asker yerde. Şoföre ‘geri dön, çünkü ikinci mermi bize gelecek’ dedim. Askerlerin yanlarına gittiğimde biri orada şehit olmuştu, diğerinin bacağı parçalanmıştı… Tekrar karargaha döndüğümüzde sabaha kadar kimse uyumadı, ama direncimizi de hiç kaybetmedik.”