KIBRIS’TA LAİKLİK, DİN EĞİTİMİ VE ÖTEKİLER
Bu aralar Din eğitimi konusunda yine bazı tartışmalar yaşanıyor güzel ülkemde. Herkes kendini hak sahibi diğerlerini öteki görüyor nedense…
Birkaç farklı görüş var tabii bu konu ile alakalı masa etrafında .
Ortada fikirlerin konuşulduğu, çözümlerin tartışıldığı, işin uzmanları tarafından çözüm önerileri sunulduğu ve ortak aklın oluşturulmaya çalışıldığı bir masa yok aslında.
Ama “mesela yani” olur da bir gün öyle bir masa etrafında konuların uzmanları tarafından tartışılarak çözüm aranması durumunda şöyle bir tablo çıkar ortaya fikrimce:
Masanın bir ucunda Dindar olduğunu savunanlar çocuklarının yeterince dini eğitim alamadığını savunurken, diğer uçta birileri ise bu kadar din eğitiminin gereksiz olduğunu savunacak, yanında bulunan sandalye sahipleri ise din eğitimini Laiklik, Atatürkçülük için tehdit görecek ve o fikirleri ortaya atacaktır.
Ana fikirler bunlar olsa da özellikle “Z” kuşağı diye adlandırılan gençliğin hazırcı, üretimden kopuk, alkol bağımlılığına daha yatkın, uyuşturucu madde ve diğer yanlış alışkanlıklara daha meyilli olmasını “Din eğitimi eksikliği” olarak açıklamaya çalışan ciddi bir dindar grup da masanın en kenarında yer alacaktır.
Diğer yanı karşısında ise Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tercihlerdeki farklılıklarının din eğitiminden kaynaklandığını ve bu eğitimin buralara da taşınıp siyasi konjektüre yaranmaya çalışıldığını iddia eden ve her fırsatta bunu dile getiren bir başka grubun temsilcisi de olacaktır.
Tabii bunun yanında “ben çocuklarımı kendi kültürüme, kendi inanç ve değerlerime göre yetiştirmek istiyorum. “Çocuk benim ‘Din’ benim. Fikir benim. İster Dindar yaparım, ister Deist, ister Ataist “Onlar çocuklarını istediği okula gönderip istediği eğitimi versin.” Diyen, sol cenahtan da muhafazakar taraftan da ciddi destek gören bir dip dalga grubunun temsilcisi de var olacaktır masanın kenar ucunda. Hatta mırıldanırken “kimse kimseye karışmasın , herkes istediği gibi yaşasın”. Seslerini de araya salacaktır temsiliyet gereği.
En köşede ise kendini Aydın, Atatürkçü ve Laik olarak sınıflandıran, Laikliği korumak adına dini eğitimleri gereksiz bulan veya yeterli bulan başka bir düşünce yapısı bulunacaktır, sinirli, gergin ve endişeli bir şekilde. Sinirlidir, çünkü vatanın ve atalarının mirasının korunması gerektiğini ve Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmektedir.
Diyelim ki bu masanın etrafında oturum başlar ve konu ile ilgili çözümler aranır. Tüm temsilciler fikrini beyan edip görüş ve önerileri kamuoyunun da tartışıp fikirler beyan etmesi için 15 gün süre ile oturum ertelenir.
Kamuoyunun bir bireyi olarak aklımdan geçen bazı soruların cevaplarını değerlendirebilirim aslında.
Mesela dini eğitimin Laikliği tehdit etmediğini hatta eğitim olan yerde bilinç oluştuğunu, bilincin olduğu yerde düşünce geliştiğini, düşünce gelişen yerde ise merdiven altı düşünce yapılarının asla barınamayacağını ; yaptığımız bazı çalışmalarda literatüre ekleyenlerdeniz en basiti.
Fikrimce Atatürk ilke inkılaplarına sahip çıkmak isteyenlerin devletin kontrolündeki din İşleri başkanlıklarını , dini çalışmaları, dini eğitimi, dini yapıları desteklemelidir. Çünkü devletin kontrol edemediği ne bir dini yapıyı ne de başka bir eğitim sistemini düşünmek dahi istemiyorum.
En azından bir dost tavsiyesi olarak saysın bazı Demokrasi Bekçisi arkadaşlar…
Tabii psikolojik yapı gereği duyarlılık fazla olunca tepki de fazla oluyor doğal olarak. Bu Dindar olan için de böyledir, karşıt metaforu savunanlar için de böyledir.
Örnek olarak siyasi çizgimizin çok kesişmediği ama kendi çizgisinde çok başarılı olduğuna kanaat getirdiğim birkaç gazeteci arkadaşımızın bu konu hakkındaki üst perdeden çıkan çığlık seslerinin haklılık payı var mıdır?
Evet vardır.
Dünya genelinde tedirgin olmalarını sağlayacak bazı şeyler var mıdır?
Mutlaka vardır.
Ancak ben de bir iletişimci olarak naçizane fikrim keşke biraz daha araştırma yapıp da manşetlere taşınsa bazı şeyler.
En azından bir saldırıyı yapar iken mermiyi atacağınız hedefin keklik mi?
Tavşan mı?
Yoksa doğanın bir süsü olan zaten bulunduğu ortamdan dışlanan, bulunduğu ortamda diyalektik düşünce ve bilim ışığında bir şeyler üretmeye çalışan ve çok yavaş da olsa doğru yolda ilerlemeye çalışan Caretta Caratta mı?
Yoksa katil ve ganaralardan kaçmaya çalışan ama kendi yağında ve kendi ciğerinde kavrulan muflon mu?
Yoksa yanan memlekete ufacık çenesi ile su taşımaya çalışan karınca mı?
Yoksa ilk gelen watsab ekran görüntüsü ile ben haberimi yaparım, sabah da “Serhat, Ferhat ve Hüseyin de bana zaten güvenir ve haberin sesini daha da yükseltirim, altında kalanın boynu kırılsın mı?”
Evet, daha önce de acımasız bir şekilde saldırıya uğrayanların boyunları hep kırıldı maalesef. Hem de tam da bu konjektürde ihtiyaç olacak dini eğitimde iyi derecede yetişmiş insanların.
Bir çok “iyi insan” da bilinçsizce yapılan saldırıların kurbanı oldu, bilim ve ilime karşı olan heyecanları söndürüldü, zaten sınırlı sayıda olan donanımlı kişiler de patosa atıldı maalesef ülkemde.
Evet şimdi ne oldu son durum?
Önce dini alanda donanımlı ve eğitimli genç yetişmesi engellendi yıllarca.
Sonra da zor bucak yetişen din alanında uzman kişiler füften sebepler ile harcandı, şimdi ise “Türkiye’den niye din görevlisi veya din dersi Hocası geliyor? “ Sorularına yanıt aranarak
“Bunlar bizim kültürümüze uymaz” v.b metaforlar savunulmaya veya desteklenmeye başlandı.
Nereden baksan üzücü, nerden baksan tramva…
Çok daha derine girer yazının devamı ama birilerini kırmaktan, farkında olmadan incitmekten çekindiğim için istoplara basıyorum sürekli…
Peki diğer soruların cevabı?
“Z” kuşağının hendikapları gerçekten nedir?
Dini eğitimin gençlerin yetişmesindeki veya kişisel gelişiminde ya da siyasi kimliğinin oluşmasında ki etkileri nelerdir?
Hatta sosyal medyada dini konularda paylaşım yapılınca “bizim kültürümüze uymaz” deyip hiç uzmanlığı olmadığı halde acımasızca yorumlar veya saldırılar yapan arkadaşların ön yargıları veya tutumları kardeşliğe veya Kıbrıs’ın hangi kültürüne hizmet eder ya da?
Hadi diyelim ki bilimsel bir zemin oluşturmaya imkanımız yok…
Mesela anayasanın sağladığı eğitim hakkını veya anayasanın sağladığı inanç özgürlüğünü ya da anayasanın sağladığı ötekinin hakları hakkını kullanmasına neden müsade etmiyoruz ki?
Bu hakkı nereden alıyoruz ya da?
Peki en basidi empati kurmak, empati yapmak veya karşıdakinin yerine kendimizi koymayı neden hiç denemiyoruz ya da?
Denemiyoruz çünkü denersek güzel şeyler olacak.
Denemiyoruz çünkü denersek farklılıkları zenginlik sayacağız.
Denemiyoruz çünkü denersek birlik , beraberlik ve kardeşlik içinde yaşayacağız… (devam edecek)