Arkalarında bıraktıkları vatanlarındaki varoluş mücadelesinden kopamayıp, Erenköy’e çıkan üniversite öğrencilerinden Şakir Öksüz, 2 gün 2 gece süren yoğun Rum saldırılarının sona erdiği 8 Ağustos’u ikinci doğum günü kabul ediyor.
“Saat 16.00 gibi 2 tane uçak keklik gibi bir tur atıp gitti. Hemen işaret bezlerini serdik. Bir süre duran Rum saldırıları yeniden şiddetlendi. Derken Türk uçakları yeniden geldi. O saldırılardan nasıl kurtulduk şaşarım. Hep söylerim, benim ikinci doğum günüm 8 Ağustos’tur. O çatışmada nasıl hayatta kaldığımızı hala anlamış değilim”
O günleri hiç unutmayan ve her fırsatta gururla anlatan Öksüz, Yalya’dan 2 gün 2 gece yürüyerek gelip, mühimmat aldıktan sonra aynı şekilde geri dönen isimsiz kahramanları, savunma eğitimi alıp gittikleri Erenköy’de gerçekleştirdikleri taarruzda hayatını kaybeden arkadaşını, okuldan arkadaşı Süleyman’ın (Uluçamgil) dikkatsizlik nedeniyle ellerinden kayıp gidişini, İsveçli BM subayı Lindh’in desteğini kah gururla, kah duygulanarak hatırlıyor.
Erenköy’de geçirdiği 21 ayda yaşadıklarını Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) anlatan Şakir Öksüz, en çok da, orada edindiği ve bugünlere taşıdığı dostluklara değer veriyor.
“Sosyo-ekonomik durumu birbirinden farklı, değişik kesimlerden gelmemiz bizim kaynaşmamızı hiç etkilemedi. Fakiri, zengini, bir dilim ekmek bulunca birbiriyle paylaşıyordu. Açlık günlerinde 1 ekmeği 18-20 parçaya böldüğümüz oldu.”
“ASKER GÖNDEREMEZSENİZ BİZİ GÖNDERİN”
Ankara Üniversitesi Dil –Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde okurken 1963 olayları patlak verir vermez üniversiteye gitmeyi bırakan Şakir Öksüz, diğer arkadaşlarıyla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Mehmet Ertuğrul ile Türkiye Dışişleri Bakanlığı arasında mekik dokuyup, adada olup bitenler hakkında sağlıklı bilgi almaya çalışır.
Adayla hiçbir şekilde iletişimin kurulamadığı o günlerde bir grup arkadaşıyla kısa bir süre adaya gelmeyi başaran Öksüz, lise yıllarının geçtiği Lefkoşa’yı bıraktığı gibi bulmaz. “Havaalanından Lefkoşa’ya gelene kadar çok sayıda kontrol noktasından geçtik. Gece yarısı olmasına rağmen şehir merkezinde herkes elinde silah, sokakta volta atıyordu.”
Dr. Fazıl Küçük’ün bile kapısını çalarak, Lefke’ye gidebilmek için yardım isteyen Öksüz, yiyecek götüren İngilizlerin yardımıyla ulaştığı evinde öfkeli babası tarafından “Niye geldin? Silah yok ki savaşalım?” sözleriyle karşılanır. Öksüz, her gece nöbete gittiği Lefke’de de çok uzun kalamayıp, Ankara’ya döner.
Adaya asker göndermesi için diğer Kıbrıslı Türk öğrencilerle birlikte her gün Kızılay ve Sıhhiye’de eylem yapan Öksüz, bu aşamada asker gönderilmesinin mümkün olmadığı yanıtına karşılık “Asker gönderemezseniz bizi gönderin” diyerek ülkesini, insanını savunmak için adaya dönmeye gönüllü olan öğrenciler arasında yerini alır.
“KARADENİZ’E TETKİK GEZİSİNE GİDİYORUM DİYE EVDEN ÇIKTIM, ZİR KAMPI’NA GİTTİM. SONRA DA ERENKÖY’E”
Yükseköğrenimdeki gençlerin vatanları için savaşmak amacıyla gizlice Erenköy’e çıkması Mart 1964’te başlamıştı. Şakir Öksüz de duyar duymaz başvurur ancak kendisine sıra Nisan sonu düşer.
“Bir gün okulda bir arkadaş yanıma gelir ve ‘Erenköy’e çıkacak gönüllüleri kayıt altına alırlar. Sen de gitmek istersen, Atatürk yurdunda kalman lazım’ der. Ben de ev arkadaşlarıma ‘Karadeniz’e tetkik gezisine çıkıyoruz’ deyip evden çıktım. Zir Kampı’na, oradan da Erenköy’e gittim… Yanınıza hiçbir şey almayın demişlerdi. Ben de tıraş takımı ve yüz havlusunun bulunduğu bir çantayla yurda yerleştim”
Ankara, İstanbul ve İzmir’de okuyan öğrencilerin yanı sıra İngiltere’de yaşayan ya da öğrenim gören gençler, Zir Kampı’ndaki 15 günlük askeri eğitimin ardından Anamur üstünden gruplar halinde Erenköy’e ulaşır. Şakir Öksüz, İstanbul’da hukuk okuyan çocukluk arkadaşı Süleyman Uluçamgil’in de aralarında bulunduğu grupla 29 Nisan 1964’te çıkar Erenköy’e.
“İlk grubun çoğunluğu Londra’dandı. Toplam 500 öğrenci çıktıysa Erenköy’e, 50-60’ı Londra’dandı. Önceleri çok gizli ve sık sık gidişler oldu. Daha sonra duyulunca daha kalabalık gruplar gitmeye başladı. Toplam 10 grup gitti. Ben dördüncü gruptaydım. 64 kişiydik. 6 manga ve telsizcilerle sağlıkçılar bulunuyordu. Grupta Ergün Vehbi, Süleyman Uluçamgil, Ali Tel, Peyami Gündüz, Selçuk Saltuk, Ergün Demirciler, Kutlay Keço vardı. Grubun komutanı, Zir Kampı eğitmenlerimizden, Kore’de de bulunmuş Fırtına kod adlı Binbaşı Lütfi Eren’di…”
Eren, daha sonra Erenköy’deki sorumlu yarbayla sorun yaşayınca bölgeyi terk etmek zorunda kalır ve Girne Boğaz’da görev alır. Eren’in yardımcısı olarak adaya çıkan Öksüz de yarbayla yaşadığı sorunlardan dolayı manganın komutanlığını çok kısa sürede bırakır.
“Ben görevimi bıraktım ama komutan beni bırakmadı. Erenköy’e yeni gelen A4’ü kullananlardan biri olduğumdan, beni yanına alıp, köy köy dolaştırmaya başladı. A4 şöyle güzel, böyle güzel diyerek halka moral verirdi. Böylece ben doğrudan kendisine bağlandım. Köyde konuşluydum ama çatışma nerede çıkarsa, cephanecim ve nişancı yardımcımla oraya giderdik”
“YALYA’DAN 2 GÜN 2 GECE DAĞDAN YÜRÜYEREK GELİP SİLAH ALIRLARDI”
Şakir Öksüz, TMT’nin kurulduğu 1958’den beri adaya silah akışı yapılan Erenköy üzerinden özellikle üniversiteli gençlerin bulunduğu Mart-Ağustos 1964 döneminde çok miktarda silah geldiğine işaret ediyor.
“Getirilen silahların bir kısmı para karşılığında yabancılar, bir kısmı da bölgede görev yapan BM askerleri tarafından dağıtıldı. Özellikle Barış Gücü subayı İsveçli Lars Willy Lindh ve bir arkadaşı gelen silahları kamyonlara doldurup, götürüyordu. Tamamıyla gönüllü. BM askeri olarak göreve gelirken, Türkleri kötü anlatmışlar. Öyle olmadığını, tam tersine bizim mağdur olduğumuzu görünce bize yardım etmeye başladı.”
13-14 kişilik gruplar halinde yaya olarak gelerek, Baf bölgesine silah taşıyan Yalyalıları unutmamak gerektiğini belirten Öksüz, “2 gün 2 gece yürüyerek dağdan gelip, mermileri yüklenir ve yine aynı şekilde 2 gün 2 gece yürüyerek Yalya’ya giderlerdi. Ve bu silah ve mermiler oradan Baf’a, Poli’ye ve diğer bölgelere dağıtılırdı” dedi.
İSTENMEYEN ŞEYLER YAŞANDI
Şakir Öksüz, Erenköy’e çıkan ilk grupta yer alan Mustafa Akdeniz’in, bölgedeki Rum köyü Mosfili’ye yapılan baskın sırasında şehit düşmesini unutamıyor.
“Taarruz bizim neyimize.. Biz nasıl saldıracağımızı öğrenmedik. Biz sadece mevzimizi savunmayı bilirdik.. Yazık oldu Mustafa’ya.”
Kamptaki 15 günlük kısa eğitimin ağırlıklı olarak silah eğitimi, olası sabotaj ya da saldırının nasıl engelleneceğine ilişkin olduğuna işaret eden Öksüz, “Eğitim boyunca bize ‘sizi oraya taarruz amaçlı yollamıyoruz. Heyecanlanıp saldırmaya kalkmayın. Siz köprü başını tutacaksınız. Erenköy üzerinden yapılan silah nakliyatının Rumlar tarafından durdurulmasını ve silahların ele geçirilmesini önleyeceksiniz’ denmişti” dedi.
Eğitim sırasında kendilerine verilen bir diğer nasihatın da, buldukları paket ya da benzeri şeyleri kesinlikle almayıp, açmamaları olduğuna işaret eden Öksüz, arkadaşlarının bulduğu Rum gazetesine sarılı paketi açan Süleyman Uluçamgil ve Salahi Ahmet’in şehit olmasının acısını hala içinde taşıyor.
VE VURUŞKAN DÖNEMİ
Emir komuta zincirinde yaşanan birtakım aksaklıklardan kaynaklanan sıkıntılar, ilerleyen aylarda son noktaya ulaşır ve 27 Mayıs ihtilalinden sonra Kıbrıs’taki görevinden alınıp, geriye çağrılan TMT’nin kurucu liderlerinden Rıza Vuruşkan Erenköy’e görevlendirilir.
“Erenköy’de 3 telsiz vardı. Yarbay, merkeze telsizle haber yollamak yerine, mektup yazmayı tercih etti. Mektubu da, para karşılığı ada çapında silah taşıyan İngilizlerle yolladı. Bir havan topunun içine saklanmış mektup, Lefkoşa’ya girerken havaalanı yakınlarındaki bir kontrol noktasında bulundu. Çok basit bir şifreyle yazılmış mektup, Rum radyosundan okununca Erenköy’deki faaliyetler deşifre oldu.”
1 Ağustos’ta Rauf Denktaş ile birlikte Erenköy’e gelen Vuruşkan, çok şey yapacak zaman bulamadan bölge Rumların yoğun saldırılarına maruz kalır. Öksüz, mektup ele geçirildikten sonra tepelerin arkasına yığınak yapan Rumların, 5 Ağustos’ta başlattığı saldırıların giderek şiddetlendiğine işaret ediyor. “7 Ağustos’ta artık kan gövdeyi götürüyordu. Özellikle en büyük zararı doğu tarafında gördük. 2-3 tane şehidimiz oldu orada.”
“İKİNCİ DOĞUM TARİHİM 8 AĞUSTOS’TUR”
Öksüz, kendisinin 6 Ağustos’ta çıktığı Bayrak Tepesi’nde 2 gün 2 gece aynı mevkide kesintisiz çatışmalar olduğunu belirtti. “Denizden hücumbot döverdi. Karadan da saldırılardı bize. Poli’den de tankla geliyorlardı. 7 Ağustos akşamı tepeleri boşaltıp, merkeze gelmemiz emri verildi. Aynı akşam diğer köyler de boşaltıldı. Kadın çoluk çocuk merkez köyün (Erenköy) içine toplandı”
Erenköy’deki sayılı A4’cülerden biri olan Öksüz, 8 Ağustos sabahı ulaştığı merkeze yerleşmeden, çatışmanın yoğun olduğu köyün girişine gönderilir. “Rumlar hem denizden, hem karadan bize saldırmaya devam ediyordu. Saat 16.00 gibi 2 tane uçak keklik gibi bir tur atıp gitti. Hemen işaret bezlerini serdik. Bir süre duran Rum saldırıları ansızın şiddetlendi. O saldırılardan nasıl kurtulduk şaşarım. Hep söylerim, benin ikinci doğum günüm 8 Ağustos’tur. O çatışmada nasıl hayatta kaldığımızı hala anlamış değilim”
UÇAKLAR FİLO HALİNDE GELDİ…
Şakir Öksüz, 2 uçağın uyarı uçuşu yapmasından tam yarım saat sonra gelen uçak filosunun düzenlediği saldırıyla Rum cephelerinin gömüldüğü derin sessizliği dün gibi hatırlıyor.
“Her şey bitti, kazandık diye sevinirken 8 Ağustos gecesi Rum yine saldırıya başladı. Biz de gelişi güzel ateş açarak, karşılık vermeye çalıştık. Allahtan onların attığı fosforlu yangın mermisiydi. Parça tesirli olsaydı hepimiz ölecektik. Bir yarım saat ortalık karıştı. Sonra yine sessizlik hakim oldu”
Karşı cephedeki esas suskunluk ise, 9 Ağustos’ta 64 Türk uçağının müdahalesiyle sağlandı ve çatışmalar son buldu.
“Rumlar kendilerine çok güveniyordu. Türkiye uçakları yollamadan, birkaç defa uyarıcı açıklamalar yapmıştı. Bu gecikmeyi yanlış anlayan karşı taraf, radyodan ‘Türkiye bizi leblebi zanneder ama biz demir leblebiyiz, dişlerini kıracağız’ yayınları yapmaya başlamıştı.. Uçaklar geldikten sonra ise aynı radyo ‘Barbar Türkiye, küçücük ülkeyi bombaladı’ diye propaganda yürüttü.”
“ÇATIŞMA BİTTİ, EKONOMİK ABLUKA BAŞLADI.. AÇLIK SUSUZLUK YAŞANDI”
Rum tarafının çatışmalar sona erdikten sonra bölgeye giriş-çıkışları sıkı kontrol altına alması, özellikle Erenköy’de açlık ve susuzluk yaşanmasına neden oldu.
“Tam bir iktisadi abluka altındaydık. Bölgeye çöpün girmesine müsaade etmiyorlardı. Bitene kadar her gün patates yedik. Unumuz da kısa sürede bitince kala kaldık”
İsmet İnönü’nün, bölgenin durumu bildirildikten sonra “Denizden yiyecek yollayacağız” açıklaması yapması, Rumların Barış Gücü aracılığıyla bölgeye kamyonlar dolusu yiyecek göndermesine neden olur ancak bölge halkı yiyecek yardımını reddeder.
“Köylü ‘şehitlerimizin kanı yerden dururken bu yardımı almayız’ deyince kamyonlar yiyecekleri ara bölgeye döker. Kimse gidip almaz. Etler, yiyecekler kokar. Bizimkiler bir tek sigaraları alır. Sigaranın dışında hiçbir şey alınmaz. Zaten birkaç gün sonra Lefkoşa’dan Kızılay kamyonları bölgeye yiyecek getirince, sorunumuz çözülmüştü.”
SON SİLAHLARIN DAĞITIMI VE LINDH’İN YAKALANMASI
Erenköy üzerinden silah getirme, 8 Ağustos sonrasında biter. Ancak bölgede biriken silah ve mühimmat, yardım getiren kamyonların içine yapılan gizli bölmelerle merkeze yollanır ve ada çapında dağıtılır.
“Bir grup silahımız ise ele geçirildi. Bize silah taşımada yardımcı olan BM Barış Gücü’nün taşıdığı silahlarımız Yeşilırmak yakınlarında Rumlar tarafından düzenlenen kontrolde bulundu. Bir ihbar üzerine yapıldığını tahmin ettiğimiz bu operasyonda yakalanan Lindh, askerlikten atıldı ve mahkum oldu. Çıktıktan sonra Türkiye’ye gelen Lindh’e bir süre kendi aramızda para toplayıp, maddi destek sağladık. Sonra kendisine çalışma izni verildi.. 80’li yıllarda ise KKTC’ye yerleşti”
VE ADADAN GİDİŞ
Üniversite öğrencileri çatışmalar bittikten sonra bir buçuk seneyi aşkın süre Erenköy’de kalır ve ardından “yapacak görev yoksa, Türkiye’ye giderek, tahsillerini bitirmek” talebinde bulunur.
“Önce taleplerimizi sözlü dile getirdik. Bir şey olmadı. Dilekçe yazınca isyan sayıldı. Biz de çadırlarımızı topladık ancak nöbete gitmeye devam ettik. O zaman ciddiyetimiz anlaşıldı. Haklı buldular bizi. Ve 29 Nisan 1964’te geldiğim Erenköy’den 29 Ocak 1966’da ayrıldım. BM kamyonlarıyla Gemikonağı’na CMC iskelesine getirildik. Oradan da gemilerle Türkiye’ye götürülecektik. Ancak gemiye bindiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu. Zir Kampı’nda bizi eğiten komutanlarımız gemiyle bizi karşılamaya gelmişti. Hep beraber İskenderun’da NATO iskelesine gittik. Orada her birimize ‘TSK hediyesi’ adı altında 1500 TL dağıttılar.”
“ÜTÜSÜZ GÖMLEK GİYDİĞİMİ HATIRLAMAM”
Lefkeli ailesinin bölge halkı tarafından bilinmesi ve sevilmesinin Öksüz’e Erenköy’de kaldığı süre boyunca büyük faydası oldu.
Ailesinin Lefke bölgesinden gelen yardım kamyonlarıyla düzenli yiyecek göndermesi de, Öksüz ve yakın çevresinin moral kaynağı oldu.
Köylünün diğer öğrencilerle de elinde avucunda ne varsa paylaştığına ve kendilerine çok destek olduğuna dikkat çeken Öksüz, ancak öğrenci sayısı köylünün imkanlarının ötesine geçince bazı sıkıntılar yaşandığını, olağanüstü koşullarda bunların doğal olduğunu belirtti.
O GÜNLERİ UNUTAMIYOR…
“Sosyo-ekonomik durumu birbirinden farklı, değişik kesimlerden gelmemiz bizim kaynaşmamızı olumsuz etkilemedi. Fakiri zengini, bir dilim ekmek bulunca bir biriyle paylaşıyordu. Açlık günlerinde 1 ekmeği 18-20 parçaya böldüğümüz oldu.”
Erenköy’de bulundukları süre içinde farklı görüşlerde olmalarına rağmen öğrenciler arasında hiçbir siyasi çatışma ya da gerginlik yaşanmadığına işaret eden Öksüz, sonradan farklı noktalara düştüğü Özker Özgür, Naci Talat ve Fadıl Çağda gibi isimlerle omuz omuza savaştıklarını unutamıyor, bir çoğuyla dostluklarının sonra da sürdüğünü anlatıyor.
“Herkes memleketini kalkındırmak için bir mücadele şekli benimser. Kendi düşündüğü gibi yapılırsa daha iyi olacağına inanabilir. Bu bizim kutuplara ayrılmamızı, bizim gibi düşünmeyenleri düşman görüp, bilhassa vatan hainliğiyle suçlamamızı gerektirmiyor. Bu vatan haini denilenler zaman zaman iktidara geldi, ülkeyi yönetti ancak memleketi sattıklarını görmedik.”
TAK/BRT