Kıbrıs İlim Üniversitesi (KİÜ) Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Mesut Yalvaç yazdı: Bu yazının amacı, evrensel insani tüm değerlere saldırının en temel göstergesi olan şiddet ve kadına şiddet ile ilgili bazı açıklamalarda ve saptamalarda bulunmaktır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ‘şiddet’i; “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması durumu olarak tanımlamaktadır. Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış olan şiddet, bir insan hakları ihlâlidir (UN, 1993). ‘Kadına şiddet’, yukarıda tanımlanan ve ifade edilen şiddetin, temel evrensel insani değerlerin ihlâli, insan hakkı ihlâli ve ayrımcılık biçimi olarak kadına yönelik halidir ve siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, coğrafik sınır tanımaksızın tüm dünyada varlığını sürdürmektedir.
Bu bağlamda ‘Kadına Şiddet’, temel evrensel insani değerlerin ihlâli, insan haklarının ihlâli ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal veya ekonomik zarar veya ızdırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir. ‘Kadına şiddet’, kadınların temel evrensel insani değerler bütünündeki insan haklarından yararlanmalarını ciddi biçimde engellemekte; yaşam, güvenlik, özgürlük, saygınlık, fiziksel, psikolojik ve sosyal sağlık hakkı gibi temel haklarını ihlâl etmekte veya uygulamada geçersiz kılmaktadır. Belirli kadın grupları (mülteci/göçmen, engelli, tutuklu, yaşlı, kız çocukları vd.) ise çoğu durumda, gerek kendi evlerinde gerekse dışarıda şiddet, yaralanma, suistimal, ihmal, ihmalkâr davranış, kötü muamele veya sömürü gibi risklere karşı daha açık durumda bulunmaktadır.
‘Kadına şiddet’ olgusunun uzun yıllar özel yaşam ve aile mahremiyeti olarak algılatılması ve algılanması, onun ulusal ve uluslararası düzeyde insan hakları gündemine çok geç girmesinin nedenlerinden biri olmuştur. Öyle ki, ‘kadına şiddet’ uluslararası düzeyde ancak 1980’li yıllarda görünürlük kazanmaya, 1990’lardan başlayarak toplumsal bir sorun ve bir insan hakkı meselesi olarak görülmeye başlanmış; 1991 yılında, BM Ekonomik ve Sosyal Haklar Komisyonu ve Kadının Statüsü Komisyonu tarafından, kadına yönelik şiddetin önemli bir problem olduğunun altı çizilmiş; uluslararası insan hakları hukuku alanında ilk kez 1993 yılında “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair Bildiri”de tanımlanmıştır.
Bu ‘Bildiri’de ilk defa azınlık gruplara dahil olan kadınlar, yerli kadınlar, mülteci kadınlar, göçmen kadınlar, kırsal bölgelerde veya uygarlığa uzak topluluklarda yaşayan kadınlar, bakıma muhtaç kadınlar, ceza veya tutukevlerindeki kadınlar, kız çocukları, engelli kadınlar, yaşlı kadınlar ve silahlı çatışma bölgelerinde bulunan kadınlar gibi bazı kadın gruplarının şiddete karşı savunmasız oldukları da özel olarak vurgulanmıştır (UN, 1993). Yine taraf devletlere yükümlülük getiren ve bu alanda bağlayıcılığa sahip tek ve son Sözleşme olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)” (EU, 2011), kadına yönelik şiddeti bir insan hakları sorunu olarak görmüş ve toplumsal cinsiyet ile ilişkilendirmiştir. Sözleşme’de kadına yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm aracı olduğu ve kadınları ikincilleştirip, ötekileştirip gelişmelerini engellediği ve bunun da kadın ve erkek arasındaki güç eşitsizliğiyle ilgili olduğu belirtilmiştir (EU, 2011).
Bugün gelinen noktada, eşit güç ve kadınlar için eşit haklara yönelik ilerleme hala belirsizliğini koruyor. Hiçbir ülke cinsiyet eşitliğine ulaşamadı ve Covid-19 krizi, elde edilen sınırlı kazanımları da aşındırmaktadır: COVID-19 Pandemi Krizi, kadınların işlerini ve geçim kaynaklarını da olumsuz etkilediği için kadınların ekonomik potansiyelini kısıtladı ve ödenmeyen ev ve bakım işleri de orantısız bir şekilde kadınların üzerine kaldı. Bir günde, dünya ortalaması, ücretsiz ev ve bakım işlerinde kadınlar erkeklere oranla yaklaşık üç kat daha fazla saat harcıyor (Kadınlar 4.2 saat, erkekler 1.7 saat). Cinsiyet eşitsizliğinin daha da yüksek olduğu Kuzey Afrika ve Batı Asya’da, kadınlar bu faaliyetlere erkeklerden yedi kat daha fazla harcama yapmakta. Ücretsiz ev ve bakım işlerinin bu dengesiz dağılımı, kadınların işgücü piyasasına katılmasını da engellemektedir. 2020’de, çalışma yaşındaki kadınların sadece % 47’si işgücü piyasasına katılırken, erkeklerin % 74’ünün işgücü piyasasına katılması durumu, neredeyse 1995’den bu yana sabit kalan bir cinsiyet farkı. Güney Asya, Kuzey Afrika ve Batı Asya’da kadınların % 30’undan daha azı işgücü piyasasına katılmakta. Pandeminin bu cinsiyet eşitsizliklerini daha da kötüleştirmesi bekleniyor, çünkü birçok kadın Covid-19’dan en çok etkilenen alt sektörlerde ve ücretli ev işleri, konaklama, yemek hizmetleri ve perakende ticareti de dahil olmak üzere kapanma önlemlerinin sert sonuçlarının alındığı iş alanlarında çalışmakta. Ayrıca kadınlar, sağlık sektöründeki çalışanların % 70’inden fazlasını oluşturuyor ve bu nedenle işyerinde erkeklerden daha yüksek enfeksiyon riskiyle de karşı karşıya. Kadınlar, güç ve karar alma açısından, küresel olarak yönetim pozisyonlarının yalnızca % 28’ine sahip (1995’deki oranla neredeyse aynı).
İşletmelerin yalnızca % 18’inin kadın olan bir İcra Kurulu Başkanı var. Fortune 500 şirketleri arasında ise bu oran yalnızca % 7,4. Siyasi hayatta, kadınların parlamentodaki temsili küresel olarak iki kattan fazla artmış olsa da 2020’de parlamentodaki sandalyelerin % 25’ini karşılama engelini hala aşamadı. Kabine bakanları arasında kadınların temsili son 25 yılda dört katına çıktı, ancak olması gerekenin çok altında, % 22’de kaldı. Kız ve erkek çocukların çoğu bölgede ilköğretime eşit olarak katılmasıyla, dünya evrensel ilköğretime ulaşmada önemli ilerleme kaydetmiştir. Ancak, Covid-19 ile ilgili okul kapanışlarının eğitime erişimde ilerlemeyi engellese de kanıtlar, okula eriştikten sonra kızların akademik başarı açısından erkeklerden daha iyi olma eğiliminde olduğunu göstermekte. 2020’de yükseköğretimde, kadınların sayısı erkeklerden fazladır ve kayıtlar kadınlar için erkeklerden daha hızlı artmakta. Bununla birlikte, kadınların bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında yeterince temsil edildiğini söylemek zor. Kadınlar dünyadaki STEM mezunlarının yalnızca % 35’inden biraz fazlasını temsil etmekte.
Ayrıca kadınlar, bilimsel araştırma ve geliştirmede de azınlıkta ve dünyadaki araştırmacıların üçte birinden azını oluşturmakta. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet küresel bir sorun olmaya devam etmekte. Covid-19 kapanması sırasında birçok kadın ve kız, yakın partner şiddetine maruz kalma riskinin yüksek olduğu güvenli olmayan ortamlarda kaldı. Küresel çapta, kadınların yaklaşık üçte biri yakın bir partner tarafından fiziksel ve / veya cinsel şiddete maruz kaldı (şiddetin yaygınlığı ülkeler arasında % 2’den % 46’ya kadar büyük ölçüde değişmektedir). En uç vakalarda, kadına yönelik şiddet ölümcüldür ve küresel olarak tahminen her gün 137 kadın, yakın partneri veya bir aile üyesi tarafından öldürülmektedir. 2020 itibariyle 153 ülke’de aile içi şiddetle ilgili yasa çıkartılmış olsa da kadınlara ve kız çocuklarına yönelik aile içi şiddet küresel bir sorun olmaya devam etmekte.
Küresel olarak, 2020 itibariyle, 188 üye devlet ve bölgeden 180’inin (% 96), kadınların ekonomik yapılardaki fırsatlarını, üretken faaliyetlere katılımını ve kaynaklara erişimini kısıtlayan en az bir yasal engel bulunmakta. Her yıl çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu 2 milyona yakın kişi, insan tacirlerinin eline düşerek fuhuşa veya özgürlükleri kısıtlanarak çalışmaya zorlanmakta. Cinsel ayrımcılık, insan tacirlerinin eline düşme, uyum, siyasette yeterli derecede temsil edilememe, kaynaklara ulaşmada karşılaşılan eşitsizlikler, temel hizmetlere ulaşılmasında yaşanan sıkıntılar kadınların karşı karşıya kaldığı sorunların başında gelmekte. İkamet izni bedeli, temel sosyal hizmetlere kısıtlı ulaşım, cinsel şiddet ve güvenli ikamet imkânına sahip olamamak mülteci kadınların karşı karşıya bulunduğu eşitlikten yoksun statülerinin ana unsurlarını teşkil ediyor. “Küresel İstatistikler” kadın erkek eşitliğinin sağlanması için çok daha fazla çaba harcanması gerektiğinin açık göstergeleridir.
Kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın son bulması için tek tek tüm bireylerin, toplumun, ulusal, uluslararası ve toplumsal liderlerin ve tüm kurumların “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi” temelinde ortak bir bilinçle harekete geçmesi gerekmektedir. Çoklu ve karmaşık bir sorun alanı olan kadına şiddet, yalnızca kadınları olumsuz etkilemekle kalmamaktadır, bir bütün olarak toplumu da olumsuz etkilemektedir. Kadına şiddeti doğuran etkenler, temel evrensel insani etik değerler yoksunluğu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde; eğitimsel, kültürel, siyasal ve yasal, sosyal, ekonomik vd. temel faktörlerdir. Kadına şiddetin ortadan kaldırılması, her alanda temel evrensel insani etik değerlere dayalı kapsamlı ve eşgüdümlü politikaları ve bu politikaların kararlılıkla uygulanmasını gerektirmektedir. İnsanlığın sürdürülebilir gelişmesi ve geleceği, insanlığın gerçek yaratıcısı ve geliştiricisi olan kadının her alanda insan hakları temelindeki statüsüne sahip olması ile olanaklıdır.
PROF. DR. MESUT YALVAÇ
KIBRIS İLİM ÜNİVERSİTESİ