Geçtiğimiz haftalarda yeniden yükselişe geçen İsrail-İran gerilimi, Orta Doğu’nun birçok bölgesine yansıdı. Arap Denizi’nde gemilere saldırılar düzenlendi. Lübnan-İsrail sınırı ısındı. Peki bu gerilim kapsamlı bir savaşa dönüşür mü? Uzmanlara sorduk.
Bir süreden beri yüksek düzeyde seyreden İsrail-İran gerilimi, Arap Denizi’nde bir İsrailli şirkete ait gemiye yönelik saldırıda 2 mürettebatın hayatını kaybetmesinin ardından bir üst seviyeye çıktı.
İsrail saldırıdan İran’ı sorumlu tutarken, İran’ın resmi kaynakları bu suçlamayı reddetti. Aynı bölgede başka gemilerin de hedef alınmasının ardından ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden sert tepkiler geldi.
Bu gelişmelerin üzerinden çok geçmeden Lübnan’ın güney sınırında İran tarafından desteklenen Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan gerilim, ‘İsrail ile İran arasında kapsamlı bir savaş çıkar mı?’ sorusunu akıllara getirdi.
Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Ortadoğu Enstitüsü Araştırmacısı Mustafa Caner ve Londra merkezli (Arapça yayın yapan) ‘Arabi21’ haber portalının Genel Yayın Yönetmeni Firas Hilal’e İsrail-İran gerilimini ve bu gerilimin nereye doğru evrileceğini ele aldık.
İşte sorularımız ve yanıtlar…
İran-İsrail geriliminin son safhasında Arap Denizi’nde meydana gelen gemi sabotajları ve ardından iki ülke arasında yaşanan karşılıklı suçlamaları gördük. Hürmüz Boğazı ve Arap Denizi’ndeki güvenlik ve ticari gemiciliğin korunması yeniden dünya gündeminin ilgi odağına oturdu. Hem İran hem İsrail sık sık “Savaş istemiyoruz” açıklaması yapıyor. Peki, mevcut durumun ışığında bu gerilim nereye doğru evrilebilir?
Mustafa Caner: Bu gerilimin nereye evrileceğini tam olarak kestirmek mümkün olmasa da tehlikeli sonuçlara sebep olabilecek bir potansiyel barındırdığını bilmek gerekiyor.
İran ve İsrail arasındaki dolaylı çatışma hali yeni değil
İran ve İsrail arasındaki dolaylı çatışma hali yeni değil. Son 4-5 yıldır Suriye’de Şam’ın güneyinde İsrail mütemadiyen İran güçlerini hedef alıyor. İran’ın bu saldırılara karşı zayıf bir mukabelede bulunduğunu biliyoruz.
Ayrıca Donald Trump’ın başkanlığı zamanında mevcut olan “maksimum baskı” siyasetinden güç alan İsrail, İran içerisinde pek çok operasyon düzenlemişti. Başkent Tahran başta olmak üzere pek çok bölgede çıkan şüpheli yangınlar, patlamalar ve kazaların arkasında İsrail gizli servisinin olduğu düşünülüyor.
İran’da yaşanan birçok olayın arkasında İsrail olduğu düşünülüyor
Ayrıca 2020’nin kasım ayında Tahran yakınlarında uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybeden İran nükleer programının önemli isimlerinden bilim adamı Muhsin Fahrizade’nin de MOSSAD operasyonuna kurban gittiği biliniyor.
Son iki yıldır ise Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz bölgelerinde İran ve İsrail gemileri karşılıklı olarak vuruluyor ve tansiyon zaman zaman yükseliyordu. Son saldırıların ardından İsrail’in dışında ABD, İngiltere ve AB ülkelerinin İran’a karşı ortak bir tepki verdikleri görüldü.
Hatta İsrail’in misilleme yapacağını açıklaması ABD’nin desteğini aldı. Bu sebeple İran’a yönelik sert bir yanıt verilebilir. Saldırı döngüsü devam ettiği takdirde çatışma alanlarının çeşitlenmesi ve doğrudan iki ülke topraklarını kapsaması da mümkündür.
Firas Hilal: İran ile İsrail arasındaki gerilimin, kapsamlı bir savaşa sürüklenmeyeceği belli sınırlar içinde kalacağını düşünüyorum. Burada her iki ülke “Uçurumun Kenarı” diye adlandırılan politikayı izliyor.
Yani kapsamlı bir savaşa sürüklenmeden uçurumun kenarında kalacak şekilde karşılıklı olarak çok iyi hesaplanmış, belli hedefleri olan saldırılar yapmaya devam edecek.
Büyük bir ihtimal, sorumluluk üstlenmeden karşılıklı saldırılar dolaylı bir şekilde sürecek. İsrail, İran’a ait gemileri vurabilir, İranlı hedeflere siber saldırıları veya geçen yıl İranlı nükleer bilim insanı Fahrizade’nin olayına benzer şekilde nokta atışı suikastlar düzenleyebilir.
İran ise gerek Irak, gerek Yemen’de desteklediği örgütlerin eliyle İsrailli şirketlere ait gemileri hedef alabilir.
İsrail’in Suriye’de İran hedeflerini vurması da sürecek. Tüm bu saldırıların, iki ülkenin arasında kapsamlı ve açık bir savaş çıkmayacak şekilde sınırlı kalmasını bekliyorum.
Geçtiğimiz günlerde Lübnan’ın güneyinde İran destekli Hizbullah ile İsrail arasında da ciddi bir gerilim söz konusuydu. Bu kriz, İran-İsrail arasındaki büyük gerilim tablosunun bir parçası mıydı, yoksa orada yaşananlar bölgesel gelişmeler miydi?
Mustafa Caner: Hizbullah’ın gerek Lübnan içerisindeki gerekse Lübnan dışındaki askeri faaliyetlerinde İran ile koordinasyonun yüksek seviyede olduğu biliniyor.
İsrail ile çatışmak gibi yüksek risk içeren ve çatışmayı daha geniş bir bölgeye taşıyabilecek bir hamlenin İran’a danışılmadan yapılamayacağını düşünüyorum.
Ayrıca İsrail de Hizbullah’ı vururken İran’a zarar vermek amacıyla bunu yapıyor. Dolayısıyla Hizbullah-İsrail çatışması, İran-İsrail geriliminin bir fonksiyonu olarak okunabilir.
İran ve İsrail birbirlerini askeri anlamda muhtelif bölgelerde yokluyor
WATCH: More than 10 rockets were fired from Lebanon into Israel, most of which were intercepted by The IDF Aerial Defense System. pic.twitter.com/tRlG7MCe0J
— Israel Defense Forces (@IDF) August 6, 2021
İran ve İsrail, birbirlerini askeri anlamda muhtelif bölgelerde yoklayabileceklerini gösteriyorlar. Elbette bu durum, lokal çatışmaların kontrolden çıktığı takdirde ne kadar geniş bir alana yayılabileceğini de gösteriyor.
Lübnan siyasi birliği ve devlet kapasitesi zayıf bir ülke. Mezhep bazlı demografiye dayanan bir siyasal yapılanma söz konusu. Lübnan devletinin zayıf olması, siyasi ve ekonomik sorunlar yaşaması, son olarak Beyrut sokaklarına yansıyan toplumsal bıkkınlık, bu bölgeyi dış müdahalelere açık hale getiriyor.
Lübnan dış aktörlerin mücadele sahasına dönüşüyor. İran, Suudi Arabistan, İsrail, Fransa gibi aktörleri bu anlamda zikretmek mümkün.
Firas Hilal: Hizbullah, geçen hafta gerçekleştirdiği saldırıların İsrail’in Lübnan’daki açık arazilere düzenlediği hava saldırılarına bir misilleme olduğunu ve amacının caydırıcılık olduğunu açıklamıştı.
Hizbullah’ın İran adına İsrail’e saldırılar düzenlemeye hazır veya istekli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Hizbullah Suriye’de yürüttüğü savaş nedeniyle yıpranmış durumda. Ayrıca Lübnan’ın içindeki gergin ortam da böyle bir şeye hiç müsait değil.
Hizbullah’ın sadece Lübnan’a veya –daha düşük bir düzeyde olsa da- Suriye’deki güçlerine yönelik bir İsrail saldırısı olduğu takdirde bir misilleme yapacağını düşünüyorum.
ABD ile İran’ın Viyana’da nükleer anlaşmaya dönmek için diğer aktörlerle beraber yürüttüğü dolaylı müzakerelerden tüm yüksek beklentilere rağmen şu ana kadar sonuç çıkmadı. İran’da İbrahim Reisi liderliğinde yeni bir yönetim var. Yeni dönemde bu müzakerelerin akıbeti ne olacak?
Mustafa Caner: Nisan ayından bu yana müzakereler donmuş durumda. Bunda İran’da gerçekleşen cumhurbaşkanı seçiminin çok büyük etkisi var. Taraflar müzakerelerin nereye varacağını öngörebilmek için İran’da sandıktan kimin çıkacağını beklemeyi tercih ettiler.
Zira önümüzdeki 4 yıl boyunca İran’ın yeni seçilecek cumhurbaşkanı ile çalışmak durumunda kalacaklardı. Reisi’nin cumhurbaşkanlığını kazanması sonrası tarafların bekleyişi devam ediyor. Şu sıralar İranlı müzakere ekibinin kimlerden oluşacağı ve süreci kimin yürüteceği merak konusu.
Reisi nükleer müzakerelere karşı olmadığını ve sürecin devam edeceğini söylemişti. Ancak müzakerelerin yöntemi konusunda Ruhani’den farklı bir yol izleyeceğinin de sinyallerini verdi. Reisi, İran halkının çıkarlarını koruyacak şekilde sürecin yürütüleceğini söyledi.
Reisi müzakerelerde daha sert bir tutum izleyebilir
Bu da İran tarafının daha sert olacağı ve daha az taviz vereceği şeklinde yorumlanıyor. Yeni cumhurbaşkanının dışişleri bakanı olarak İslami Şura Meclisine önerdiği isim Hüseyin-Emir Abdullahiyan oldu.
Abdullahiyan, Cevad Zarif’in dışişleri bakanlığı döneminde 3 yıl bakan yardımcısı olarak görev yapmıştı.
Devrim Muhafızları’na yakın bir isim olarak biliniyor. Abdullahiyan’ın dışişleri bakanlığı döneminde İran’ın rotasını ABD ve AB ile müzakerelerden ve normalleşmeden çok Rusya ve Çin ile ilişkilerini derinleştirmeye çevirmesi bekleniyor.
Yeni dönemde İran’da nükleer müzakereleri yürütecek isim henüz belli değil
Fakat bir başka görüşe göre Zarif’in nükleer müzakere ekibinin görevine devam etmesi de mümkün. Bu görüşe göre nükleer anlaşma İran için bir ulusal güvenlik meselesi olduğundan dolayı süreci Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyinin yürütmesi söz konusu.
Konsey, cumhurbaşkanını da içerse de dini lider Ali Hamaney’in temsilcileri ve Devrim Muhafızları Ordusu komutanları da karar alma süreçlerinde söz sahibiler. Yine aynı görüşe göre halihazırda müzakere ekibinin başında olan Abbas Arakçı’nın görevine devam etmesi söz konusu olabilir.
İngiltere veya diğer AB ülkeleri masada İran’a tepki gösterebilir
İran tarafındaki gelişmeler dışında diğer taraf ülkelerin tavrı da önemli. Umman Denizi’ndeki olayda bir İngiliz vatandaşının ölümü sonrasında İngiltere’deki İran büyükelçisi dışişleri bakanlığına çağırıldı.
İngiltere’nin ve diğer Avrupa ülkelerinin İran’a sert tepki göstermesi müzakere masasına yansıyabilir. Ayrıca Reisi’nin kendisi, ilk atadığı isimler ve önerdiği kabinedeki birçok kişinin ABD ya da AB’nin yaptırım listesinde olması işleri karmaşık hale getirebilir.
Firas Hilal: Nükleer anlaşma müzakereleri, hem ABD hem İran için bir ihtiyaçtır. Tüm aksaklıklara rağmen bu müzakerelerde gecikmeli olarak da olsa hala başarı şansı var.
Washington, bu anlaşmanın bölgede huzur yaratacağına ve İran’da olası bir askeri amaçlı nükleer programına engel olacağına inanıyor.
İran’ın ise koronavirüs ve yaptırımlar nedeniyle zora giren ekonomisini rahatlatmak için bu anlaşmaya ihtiyacı var. İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlık koltuğuna gelişi bu gerçeği değiştirmeyecek.
Çünkü nükleer meselesindeki asıl mercii, Cumhurbaşkanı ya da hükümet değil ülkenin Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney ve Devrim Muhafızları.
Reisi’nin göreve geldikten sonra kabul ettiği isimlere bakıldığında, Tahran’ın “direniş ekseni” olarak adlandırdığı hareketlerin aktörlerinin ön plana çıktığını görüyoruz. Reisi’nin adeta Filistin, Lübnan, Yemen, Irak ve Suriye’deki nüfuzunun altını çizer bir hali vardı. Tahran’ın bu aktörleri kısa vadede İsrail’e karşı kullanma ihtimali mümkün mü?
Mustafa Caner: Filistin ve Lübnan’da İran’ın desteklediği aktörler zaten zaman zaman İsrail ile çatışıyorlar. Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah aynı zamanda Suriye sahasında da İran Devrim Muhafızları Ordusu ile koordineli şekilde Esad rejimi için savaşıyor.
Reisi’nin kabinesinde Devrim Muhafızları’ndan isimler baskın
Reisi’nin parlamentoya önerdiği kabinede Devrim Muhafızları kökenli çok fazla isim olduğu göze çarpıyor. İçişleri, savunma, ulaştırma ve turizm bakanı olarak önerilen isimlerin hepsi eski Devrim Muhafızları komutanları. Savunma bakanı olarak önerilen isim Muhammed Rıza Aştiyani de ordu komutanı.
Kabinenin asker ağırlıklı kişilerden oluşması ister istemez İran’ın bölgesel siyasetinin daha şahin bir doğrultuya kayacağını gösteriyor. Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen gibi kriz bölgelerinde İran’ın daha görünür olacağı ve nüfuzunu artırmaya yöneleceği söylenebilir.
ABD’nin muharip güçlerini Irak’tan çekmeye hazırlandığı ve Irak’ın parlamento seçimlerine yaklaştığı şu günlerde özellikle Haşdi Şabi gruplarının eylemlerinde artış olacağını tahmin ediyorum.
Firas Hilal: İran ile ilişkisi olan veya İran’dan destek alan tüm güçleri aynı kefeye koymak yanlış olacaktır. Çünkü Filistinli direniş grupları İran’da destek aldığını kabul etse de hiçbir zaman İran’ın çıkarları doğrultusunda adım atmadı. Hizbullah ise şu an İran adına bir savaşa girmeye hazır değil.
Ancak İsrail İran’ın çıkarlarını hedef aldığı takdirde Irak’taki İran destekli güçler veya Yemen’deki Husiler olası bir ‘vekalet’ savaşında rol oynayabilir.