27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi’nde Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın sahnelediği “Bavul” adlı oyunu izledim.
Oyunun yazarı sam Bobrick, yöneten, Ebru Nil Aydın.
Ebru Nil Aydın, Türkiye’de uzun yıllar çalışmış deneyimli bir sanatçı. Diyarbakır Devlet Tiyatrosunda görev yapmış ve birçok oyunlar yönetmiş, ödüller almış biri. Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrolarında “Bavul” oyununa imza atmış.
Bavul oyunu, günümüzde yaşanan hepimizin başından geçebilecek olan basit bir olayı konu alıyor. İki yolcunun bavullarının birbirleriyle karışması ve evlerine gidince; görüntüleri aynı, fakat içindekilerin farklı olduğu bir bavulla karşılaşması sonucu yaşanan olaylar anlatılıyor.
Bavul oyunu, romantik komedi diyebileceğimiz bir oyun. Konusu bize çok yabancı gelmese de birçok yönüyle bizden uzak olan, bizim kültürümüzle tam olarak örtüşmeyen bir oyun. Ama izleyici oyun süresince büyük bir keyif alarak izliyor oyunu. Hiç sıkılmadan, tatlı bir mutlulukla bitiriyor oyunu. Salondan çıkan tebessümle çıkıyor. “Güzeldi” diyerek evinin yolunu tutuyor.
Oyun, bakıldığında belli bir yaştan sonra insanın yalnız kalmasını, yalnızlıktan usanan birinin arkadaş aramasını farklı bir bakış açısı ile anlatıyor. Tabi aşk arayışı, aşk acısı, aşktan korkma, çekinme, ürperme insandan insana değişiyor. Kimileri aşkı kurtuluş görürken, kimileri de aşkı bir eziyet olarak görür ve ondan mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışır. Aslında insanın kendine olan güvensizliğinden kaynaklanır bu uzak durma. Aşk korkusu, aradığını bulamama ve güvensizlik aşka olumsuz bakmayı düşündürür. Ama insanın, gerçekten kendini seven birini bulması, kendisine inandığını, güvendiğini bilmesi, olayı tamamen ters yöne çevirir. Çünkü aşk, bana göre inanma, güvenme ve saygı demektir. İnsan bunu yakaladığı an aşka, sevgiye olumlu bakar.
Bavul oyunu, işte tam olarak bu düşünceyi ele alıyor. Oyun, 30 yaşında aşka uzak kalmış, aradığını bulamamış, işiyle bağ kurmuş bir kadınla, aşktan ziyade birlikte olmaya inanmış, bundan keyif alan, biraz huysuz, biraz inatçı diyebileceğimiz, zarif bir yapıya sahip olan bir adamın arasındaki ilişkiyi ele alan bir oyun.
Oyun, daha oyuncular sahneye girmeden ışık ve müzikle başlıyor. Bu ikisiyle adeta bir ahenk sağlanıyor. Bu işin ustası olan Mustafa Kral ışıklarla izleyiciye kısa bir şölen sunuyor.
Sahneye bavuluyla “Phylis Novak” rolünde “Birce Birsel Çağlar” giriyor. Müziğin büyüsüyle hoş denebilecek tarzda dans ediyor. Bu arada müziklerin de çok keyifli olduğunu ve oyunun ritmine göre çok güzel seçildiğini belirtmek isterim. Öyle ki müzikle birlikte oyuncuların kafalarını ileri geri götürüp getirerek hareket ettirmeleri gerçekten eğlenceliydi. Seyirci olarak biz de adeta onlar gibi kafalarımızı bir ileri bir geri sallamaya başladık. Oyunun bir parçası gibiydik.
Çok geçmeden sırtına yüklenmiş bavuluyla “Bradley Naughton” rolünde “Ulaş Öğüç” giriyor sahneye. Bavullar, havaalanında karışmış ve bunu anlayınca kendi bavulunu aramaya girişmiş. Ve yapılan zahmetli bir araştırmadan sonra bulmuş. Adrese gidip kendi bavulunu almak istiyor.
Böylece oyun, beklenmedik bir şekilde başlıyor. Bavulunuzu almaya gittiğiniz ve ilk defa karşılaştığınız, tanımadığınız biriyle ne kadar uzun oturup konuşabilirsiniz? Neleri paylaşabilir veya tartışabilirsiniz? Bundan da ötesi onunla ne kadar arkadaş olup işi birlikte olmaya kadar götürürsünüz? Tanıma süreci, alışma süreci, inanıp, güvenme sürecini yaşamadan o insanla hemen evlenecek duruma gelir misiniz?
Öyle ki oyunda kısa bir süre içinde bunlar ortadan kalkıveriyor.
Her şeyden ben önce bavula taktım. Bavul, yıllarca süregelen bir gelenekmiş gibi siyah bir bavuldu. Kendi kendime sormadan edemedim? Neden illaki siyah bir bavul? Veya siyah bavullar? Yani bu kadar gelenekçi olmak gerekli miydi?
Farklı biçimde, canlı, sıcak renkte bavullar tercih edilseydi ne olurdu?
Ben olsaydım farklı bir renk kullanırdım. Mesela kırmızı bir bavul. Olmadı mı? Bordo bir bavul. O da mı olmadı? Hadi pembe bir bavul olsun? En azından farklı bakış açısı ile seyircinin düşüncelerini yönlendirmeye çalışırdım. Tabii burada yönetmenin düşüncesine de saygı duymak zorundayız. Kendisi siyah tercih edip gelenekçi davranmış. Oysa genelde bütün bavullar siyah değil mi? Sanki bordo veya kırmızı olsaydı ne olurdu? Farklılık böylece kendini gösteremez miydi?
Ben, Birce Birsel Çağlar ve Ulaş Öğüç’ü ilk defa bir oyunda izliyorum. Daha önce hiç izlemedim. Ama ikisini de beğendim. Gerçekten sahneye yakışıyorlar. Özellikle Ulaş’ın harika bir ses tonu var. Oyundaki hareketliliği ve canlılığı ile de bütünleşince ortaya güzel bir oyunculuk çıkıyor.
Birce Birsel Çağlar da oyun gücünü gerçekten en iyi şekilde ortaya koydu. İzleyiciye keyif veren bir oyuncu oldu. Deyim yerinde ise sahneyi doldurdu. Mimik ve jestlerin yanı sıra sahnede çok hareketli idi. Çok güzel bir performans sergiledi dersem hiç yalan olmaz. Ulaş ile boy bakımından biraz tezat oluşturmuşlar ama o da oyuna ayrı bir renk veriyor. Böylece komedinin yapısına uyum sağlıyor.
Oyunda görev alan oyuncular Mitzi Cartright rolünde Suzan Polat, Dr Jonathan Alexandre rolünde Deniz Aslım oldu. Suzan Polat’ı da ilk kez bir oyunda izledim. İyi bir oyuncu olarak gördüm. Performansı gayet iyi idi.
Deniz Aslım’ı birçok oyunda izleme fırsatım oldu. Oyun gücünü bildiğim biri. Sahnede çok uğraşan, koşan, hareket eden canlı bir oyuncu. Burada da oldukça hareketli ve canlı bir görev üstlenmişti. Özellikle attığı kahkahalarla oyuna renk kattı.
Yönetmen Yardımcılığını Ali Şaşkara ütlenmiş. Dekor ve kostüm tasarımında Fatma Bender’i görüyoruz. Afiş broşür tasarımını Naz Atun, ışık tasarımını Diren Özdoğal, Besteleri Fatih Çiçekli yapmış. Kostüm uygulamada Gülsen Dünki, dekor uygulamada Mehmet Isırgan, Hayali Okuyucu, Yalçın Arıcı, ışık uygulamada Mustafa Kral, efekt uygulamada Ayşe Uzun ve sahne amiri görevinde Mehmet Samer bulunuyor.
Görev alan herkes büyük bir özveri göstererek oyunu seyirciyle buluşturmuş. Özellikle pandeminin yaşandığı böyle zor bir süreçte böyle bir oyunun hazırlanması ve seyirciye sunulması gerçekten büyük bir başarı diye düşünüyorum.
Oyun, son derece zıt iki insanın birbirini tanıdıktan sonra hayata bakış açılarının değişmesiyle devam ediyor. Hayata bağlanma çabası, aşkı arama ve ona ulaşma isteği oyuna bambaşka bir hava veriyor.
Bazı konular bizim geleneğimize ters düşse de hayatın bir parçası deyip hoş görüyoruz. Özellikle oyunda geçen seks sorunu bizim henüz tartışabileceğimiz bir noktaya gelmediğinden sadece tebessümle bu konuyu geçiyoruz.
Oyunun genel yapısından olsa gerek biraz duygu eksikliği vardı. Aşk, biraz daha duygu olarak ele alınsaydı o zaman oyun daha çok keyifli olacaktı diye düşünüyorum. Hızlı ve çabuk bir oyun olması, duyguyu biraz öteledi gibi geldi bana. Oysa bana göre aşk, asla duygusuz olmaz.
Salondan çıktığımızda tatlı bir tebessümle çıktık. Uzun bir aradan sonra keyif alabildiğim bir oyun izlemiş oldum. Oldukça başarılı buldum.
Mutlaka bu oyunu izlemenizi öneriyorum.
Emeği geçen herkesi kutluyorum.