İnsani ve ekonomik açıdan yıkıcı olan Rusya-Ukrayna savaşı, Avrupa’nın yenilenebilir enerjiye geçme hedeflerini de etkiledi. Uzmanlar, Rusya’ya uygulanan yaptırımların ülkelerin Yeşil Mutabakat takvimlerini yavaşlatacağını söylüyor.
Ukrayna krizinin Avrupa Birliği’nin enerji ortamı üzerindeki tüm sonuçlarını görmek için henüz erken olsa da, uzmanlar Avrupa’da yenilenebilir kaynakların artan gelişiminin Rusya’ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle yavaşlayacağı görüşünde.
Öte yandan, salgın döneminde de yaşanan enerji krizi nedeniyle Avrupa’nın Yeşil Mutabakat takvimlerinin zaten gecikmesinin beklendiğine işaret eden uzmanlara göre, Türkiye yenilenebilir enerji alanındaki avantajları sayesinde kendi takvimine uyabilecek.
Peki, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat Anlaşması’ndaki hedefler nelerdi? Rusya-Ukrayna savaşı, yenilenebilir enerjiye geçilmesinde nasıl bir engele sebep oldu?
Polis Akademisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Levent Yılmaz ve Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi Başkanı (TESPAM) Oğuzhan Akyener, savaşın yeşil enerjideki hedeflere olan etkisini TRT Haber’e değerlendirdi.
Yeşil Mutabakat Anlaşması’nın hedefleri neler?
Yeşil Mutabakat Anlaşması’nın kapsadığı alanlara değinen Doç. Dr. Levent Yılmaz, hedeflerin 2026 yılından sonra uygulamaya geçmesinin beklendiğini belirterek, anlaşmanın çerçevesini ve amaçlarını şöyle anlatıyor:
“Yeşil mutabakat meselesi aslında 2019’da bir anlaşma kapsamında kavramsallaştırıldı. Ancak daha öncesinde Avrupa Birliği zaten iklim değişikliğiyle mücadele etme ve iklim krizi etkilerini en aza indirme amacıyla çeşitli taahhütlerde bulunmuştu. Özellikle karbon emisyonunun azaltılması noktasında, çevrenin temizliği, çevreye ve doğaya zarar vermeyen üretim dengeleri noktasında bazı taahhütleri vardı. Ama 2019 yılında Yeşil Mutabakat Anlaşması adı altında varolan taahhütlerini ve hedeflerini daha geniş, daha etkili biçimde hayata geçirmeye odaklandı ve bu şekilde anlaşma ortaya çıktı. Anlaşmada sürdürülebilir ulaşım araçları meselesi, biyo çeşitlilik meselesi, kirliliği ortadan kaldıracak şekilde sanayi üretimi meselesi, sürdürülebilir üretim döngüleri, yeşil ve temiz bir inşaat sektörü, sürdürülebilir gıda stratejisi gibi alt alanlar var. Bunlarda temel amaç, bütün bu sürdürülebilir süreçleri temiz enerjiyle yapmak. Yani karbon salımı daha az olan veya hiç olmayan sıfır olan enerjiyle yapmak.
Bu maksatla da Avrupa Birliği, 2050 yılına kadar karbon nötr bir dünya hedefliyor. Bu kapsamda da başta çok ağır karbon salınımı yapan sektörler olmak üzere, yavaş yavaş belirli sektörlerde karbon salınımını azaltacak şekilde bir strateji izleyecek. Aynı şekilde Avrupa Birliği’nin ticaret yaptığı diğer ülkelerden de Avrupa Birliği bu beklenti içerisinde olacağı için sınırda karbon vergisi uygulaması gibi bazı uygulamalarda da Avrupa’nın rekabetçiliğini kaybetmemesi için bazı hedefler belirlemiş durumda.
Yeşil Mutabakat eylem planı içerisinde 2023 yılından itibaren çeşitli uygulamalar göreceğiz ama tam 2026 yılında hayata geçmesini bekliyoruz. En azından bugüne kadar ilan edilen temel proje bu şekilde açıklanmıştı.
‘Yeşil mutabakat politikası çerçevesinde Avrupa Birliği ne yapacak?’ dediğimiz de enerji sektörünün karbondan arındırılması, kaynak kullanımına yönelik bağımlılığın sona erdirilmesi, karbon emisyonlarının sıfırlanması, çevre dostu teknolojilere yönelik yeni yatırımlar, üretimde yine temiz enerji önceleyerek inovasyonun teşvik edilmesi gibi hedefler var.”
“Avrupa Birliği iklim krizi meselesini bir kenara bırakmış gibi”
Rusya-Ukrayna savaşının ardından, Batılı ülkeler Rusya’ya birçok yaptırım uyguladı. Yılmaz, Avrupa’nın Rusya’ya enerjideki bağımlılığının bu yaptırımları geciktirdiğinin altını çiziyor:
“Rusya-Ukrayna savaşı gerçekten enerji fiyatlarını hızlı bir şekilde artırdı ama konu sadece fiyat artışları değil. Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığı meselesi de çok gündeme geldi bu dönemde. Enerji yaptırımlarının uygulanamaması, gecikmesi, enerjinin ticaretinin yapıldığı bankaların Swift sisteminden çıkartılamaması gibi pek çok tartışma bu geçtiğimiz dönemde artık iyice ayyuka çıkmış durumda. Dolayısıyla Rusya-Ukrayna savaşı olmasaydı da zaten bu enerji fiyatlarının artması meselesi Avrupa’yı oldukça zorlayan konulardan bir tanesi olacaktı. Ama şimdi Rusya-Ukrayna savaşıyla beraber bazı hedefleri daha öne çekme meselesi gündeme geldi. Bu da Rusya’ya olan gaz bağımlılığını hızlı bir şekilde azaltılması meselesi.
Avrupa Birliği’nin Rusya’ya enerji bağımlılığını birden bire sonlandırılması çok kolay değil. Son rakamlar Avrupa Birliği’nin yıllık ortalama yüzde 40-42 civarında Rusya’ya gaz bağımlı olduğunu gösteriyor. Ama bu homojen değil. Yani Avrupa Birliği içerisinde yüzde yüz bağımlı ülkelerde var. Belçika gibi yüzde 3 bağımlı ülkelerde var ama bu sadece gaz tedariki ile ilgili bir mesele değil. Enerji fiyatlarını da doğrudan etkilediği için çok kolay olmayacak Avrupa Birliği’nin hızlı bir şekilde Rusya’dan uzaklaşması.
Son dönemde enerji fiyatlarının artması, enerji talebinin artması aynı zamanda Avrupa’daki kömür santralleri meselesini de yeniden gündeme getirdi. Özellikle Almanya’da bu konu çok tartışılıyor. Şu anda Avrupa’da en çok karbon salınımı yapan 10 kömür santralinin 7’si Almanya’da.
Kömür meselesi karbon salınımı açısından kritik bir konu. Yine Paris İklim Anlaşması kapsamında imzalayan ülkelerin verdiği tarihler kapsamında 2030’a kadar tamamen kömür santrallerinin kapatılması gibi meseleler gündemdeydi. Nükleer, temiz enerji olarak kabul edilmiyordu ama bu enerji kriziyle beraber Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol’un ifadesiyle, ‘1970’teki enerji krizinden daha büyük bir enerji krizinin baş göstermesiyle beraber nükleer de temiz enerji kapsamında bir geçiş sürecinde değerlendirilmeye başladı.’
Dolayısıyla kömür ve nükleeri bir süre daha konuşacağız. Nükleer ve kömür meselesinde, özellikle bu gaz bağımlılığı tamamen ortadan kalkıncaya kadar, Avrupa Birliği’nin başta Almanya olmak üzere, nükleeri ve kömüre ilişkin politikalarını bir süre daha sürdüreceğini söyleyebiliriz. Şu anda Avrupa Birliği sanki iklim krizi meselesini bir kenara bırakmış gibi. Enerji fiyatlarının geldiği nokta gerçekten çok yüksek. Doğal gazda Rusya bağımlılığı sadece yüzde 3 olan Belçika Başbakanı, 24-25 Mart’taki Avrupa Liderler Zirvesi’nde şöyle bir açıklama yapmıştı: Enerji fiyatlarının geldiği yer, Rusya’ya enerji yaptırımları uygulamamız gerektiği anlamına geliyor gibi bir açıklama yapmıştı. Dolayısıyla biz iklim krizinin birazcık unutulduğu, geri planda kaldığı enerji arz güvenliği ve fiyat güvenliğinin daha ön planda olduğu bir dönemin içerisindeyiz.”
“Türkiye, hızlı adımlar atmaya başladı”
Türkiye, Paris İklim Anlaşması ile bir takım sorumlulukların altına girdi. Yenilenebilir enerjide Türkiye’nin Avrupa’ya göre daha geç adım attığına işaret eden Yılmaz, 2026’dan itibaren sisteme tamamen adapte olunacağını söylüyor:
“Türkiye, yenilenebilir enerji konusunda çok önemli adımlar attı. Yani rekor seviyede artık elektriğin dönem dönem yenilenebilir kaynaklardan üretildiğini görüyoruz. Fakat biz bu işe biraz geç başladık. Yani Avrupa’dan biraz geç başladık. Dolayısıyla biraz geriden geliyoruz. Türkiye geriden geldiği için de bazı handikapları var. Paris İklim Anlaşmasına imza koymaması aslında sürecin biraz geç başlamasından kaynaklanıyor. Yani Avrupa Birliği’nin 1980’li 1990’lı yıllardan itibaren karbon salımını azaltması, sera gazı emisyonlarını düşürmeye başlaması stratejisi varken biz biraz daha geç başladık. 2000’li yılların başından itibaren başlamış görünüyoruz. Hala karbon salımı ve sera gazı salınımında çok doğru bir noktada değiliz.
Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat programı Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor. Zira, Türkiye dış ticaretinde Avrupa’nın yeri çok kritik. Toplam dış ticaret hacminin yüzde 42’si Avrupa Birliği ülkeleri ile. Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin yeşil mutabakat çerçevesinde sınırda karbon düzenlemesi yapacak olması, Türkiye’nin Avrupa Birliği pazarında kan kaybetmesi anlamına geleceği için Türkiye hızlı bir şekilde Yeşil Mutabakat eylem planı açıkladı ve dönüşüm için de hızlı adımlar atmaya başladı. Yani 2023’den itibaren biz bunları ölçüyor olacağız. 2026’da tamamen sisteme adapte olmayı hedefliyoruz.”
“Türkiye’nin yenilenebilir enerjide takvimi tutturabilir”
Savaş nedeniyle enerji fiyatlarının arttığına vurgulayan Yılmaz, Türkiye’nin yenilenebilir enerjideki avantajları sayesinde Yeşil Mutabakat takvimine uyabileceğini ise şöyle değerlendiriyor:
“Rusya-Ukrayna savaşı Avrupa Birliği’ni enerji krizi meselesinde çok zor durumda bıraktı. Aynı zorlukları dünyadaki sisteme entegre olmuş bir ülke olan Türkiye de yaşıyor. Artan enerji fiyatları dünyayı nasıl etkiliyorsa biz de o şekilde etkileniyoruz. Dolayısıyla yenilenebilir enerji konusunda Avrupa gecikirse biz de gecikiriz büyük ihtimalle.
Ama tabi bizim bazı avantajlarımız var. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya itibariyle güneş görme kapasitesi, rüzgar kapasitesi çok yüksek. Bu manada da geçtiğimiz ay içerisinde EPDK tarafından açıklanan önemli proje çağrıları vardı. Toplam 5 milyar doların üzerinde bir yatırımdan bahsediyoruz. Kısa vade için ve uzun vadede daha büyük yenilenebilir enerji yatırımlarından söz ediyoruz. Türkiye bunları hızlı bir şekilde hayata geçirebilecek durumda. Hala devam eden projeleri var.
Türkiye’nin takvimi tutturabileceğini düşünüyorum ama tabi dünyadaki konjonktürden bağımsız değil. Zira özellikle güneş tarafında hammadde çok önemli o bizim hücre dediğimiz teknolojilerin yapılabilmesi açısından hammadde bağımlılığı yüksek. Yine güneş santrallerinin kurulumunda metal yoğun kullanılıyor. Bunların tedarikinde problemler var. Fiyatlarında problemler var. Biraz daha pahalıya geliyor olabilir. Dolayısıyla bu tarz mücbir sebeplerden dolayı gecikmeler olma ihtimalini de bir kenara bırakarak, ben Türkiye’nin Yeşil Mutabakat takvimine uyabileceğini değerlendiriyorum.”
“Salgın döneminde enerji konusunda aşırı rehavet söz konusuydu”
Türkiye Enerji Stratejileri ve Politikaları Araştırma Merkezi Başkanı (TESPAM) Oğuzhan Akyener, Avrupa’nın Yeşil Mutabakat hedeflerinin Ukrayna krizinden önce de sorunlu bir süreçte olduğunu söylüyor:
“Avrupa’nın Yeşil Mutabakat Anlaşması, dünya için örnek olabilecek çok kapsamlı ve detaylı hazırlanmış bir anlaşma. Birçok Avrupa ülkesi, bütün Avrupa Birliği’ni bağlayıcı olacak şekilde nitelikler de taşıyan genel maddelere imza attılar. Her ülkenin ortaya koyduğu hedefleri farklı olmakla birlikte, Avrupa Birliği’nin 2050’ye kadar net sıfır emisyona erişim amacını bazı ülkeler 2030’lara 2040’lara kadar çekti. Fakat genel anlamda 2050’de bütün Avrupa ülkelerinin toplamının net sıfır emisyona sahip olacak şekilde beklenti içinde oldukları bir durum söz konusu. Böyle bir anlaşmaya ne kadar uyabilecekleri bir soru işareti. Mesela, Rusya-Ukrayna krizi hiç olmasaydı, karbon piyasalarında salgın dönemindeki fiyatların normalleşmiş hali olsaydı, Almanya 2050 hedeflerini başarabilirdi. Fransa ve İngiltere de önemli adımlar atıyorlardı, başarabilirdiler.
Öte yandan, Yeşil Mutabakat hedefleriyle alakalı sorunlar olduğunu Ukrayna krizinden önce yaşanan enerji krizinden de gördük. Salgın döneminde aşırı rehavet söz konusuydu. Birçok ülke, petrol, doğal gaz ve kömürün zamanı tamamen bitiyormuş gibi, tamamen yenilenebilir çağ başlıyormuş gibi, emisyon hedefleri daha erkene çekilebilirmiş gibi bir havaya girdi. Bu doğru değildi. Ciddi anlamda bir rehavet vardı. Hidro karbon fiyatları ve talepleri ciddi anlamda düşmüştü. Fakat sonraki büyüme hedefleri ve realite böyle olmadığını gösterdi. Sonrasında piyasaların normalleşmesi, hayatın normale dönmeye başlaması, büyüme hedefleri doğrultusunda talebin bir anda artması ve talebin karşılanamaması büyük bir enerji krizini oluşturdu. Hatta, Rusya-Ukrayna savaşındaki yükselen enerji fiyatları nerdeyse bu krizin yaşandığı eylül ekim aylarındaki seviyeye kadar çıktı. Yani, bu savaş olmasa dahi Avrupa Birliği’nin mevcut ortaya koyduğu Yeşil Mutabakat politikalarının gerçekleşemeyeceği eylül ayında yaşanan enerji krizi göstermiş oldu. O enerji krizinde bile kömür tüketimi çok olmasa da arttı. Doğal gaza çok ciddi anlamda yönelme oldu. Zaten doğal gaz fiyatları çok çok ciddi seviyelere çıktı. Salgın döneminde 4 dolar olan doğal gaz ortalama spot fiyatları 50 dolar seviyelerine kadar çıktı.
Şu anda da Rusya-Ukrayna savaşında eylül ayındaki krizde yaşanan enerji fiyatlarındaki fiyat skalasını Avrupa’da ve tüm dünyada görüyoruz. O krize ek olarak, dizel ve rafineri ürün alımında kriz yaşanıyor. Dizele olan talep arttığı için de dizel başı çekiyor.”
“Enerji fiyatlarındaki artış enflasyon hedeflerine negatif etki doğuruyor”
Akyener, Avrupa’nın yeşil enerji hedeflerinin eylül ayındaki enerji krizinde sapmış olduğuna işaret ederek, savaşın getirdiği süreçte durumun realitesinin görüldüğünü ifade ediyor:
“Batılı ülkelerde asıl enerji tüketim artışı ya da küresel ölçekte baktığımızda iklim krizinin Batı nezdinde olmadığını da görüyoruz. Yani Batı buna örnek olmaya çalışıyor. Batı dünyaya bir şey göstermeye çalışıyor. Bunun için güzel çalışmalar ortaya koyuyor. Ama zaten şu anki kriz bir kenara, eylül ayındaki enerji krizi de bir kenara doğal gaz, petrol, petrol ürünleri, kömür fiyatlarında Batı’da ciddi anlamda bir dengesizlik ve problem var.
Ama Çin, Hindistan, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde asıl büyük ciddi anlamda talep artışı var. Ve bu ülkelerin bu talep artışlarını karşılama noktasında ucuz olmadığı müddetçe, çok büyük finansal destekleri olmadığı müddetçe yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelebilme gibi bir lüksleri de yok. Zaten iklim krizinin perçinlenmesinin asıl sebebi bu. Dolayısıyla karbon emisyon hedefleri noktasında zaten bozuk bir denge vardı. Yani süreç çok iyi gitmemişti ki bu savaş daha kötüye götürsün.
Fiyatlar hep bu mantık olmayacak. Mesela petrol fiyatları 100 dolar seviyelerine düşecek. Bunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat doğal gaz çok yükseldi, petrol de yükseldi, kömür de yükseldi. Haliyle bunların yansıması olarak elektrik fiyatları da yükseldi. Her artış direkt olarak enflasyon hedeflerine, işsizliğe, negatif etki doğuruyor. Yani şu an Avrupa Birliği ülkelerinde dahi büyüme hedeflerinde sıkıntılar var. Eski hedefler yok, en azından bu enerji krizi başladığı dönemden önce ortaya koyulan hedefler söz konusu değil. Enflasyon yükselmiş durumda. Lojistik ve tedarik zincirleri gibi hususlarda ciddi anlamda problemler yaşanıyor.”
“Avrupa Birliği ülkeleri nükleere yeniden odaklanmaya başladı”
Avrupa’nın Rusya’nın enerjisinde bağımsızlaşmak için kömür ocaklarını tekrar aktifleştirdiğine de işaret eden Akyener, Avrupa’nın iklim politikalarının şu an ikincil öneme sahip olduğuna dikkat çekiyor:
“Savaş, Avrupa’nın iklim politikalarında, iklim hedefleri noktasında zafiyet yaşamasına neden oldu. Kaldı ki Rus gazından bağımsız bir politika izleme sebebiyle mesela nükleerden vazgeçmeye çalışan Almanya, nükleere yeniden odaklanmaya başladı. Mecburen bütün Avrupa Birliği ülkeleri nükleeri tekrar düşünmek zorunda kaldı.
Öte taraftan, Avrupa’da liberal bir serbest piyasa sistemi var zaten, kömür üreticileri var. Yüksek karbon vergileri sebebiyle elektrik fiyatları da düşük olduğu dönemlerde bu kömür üreticileri kömür üretmekten vazgeçti ve kömürden elektrik üretmekten de vazgeçtiler ama şimdiki fiyatlarla özellikle Avrupa’da belli ülkelerde kömür ocakları halen mevcut. Birçok kapatılmış kömür ocağı ya da bekleme moduna alınmış kömür ocağı yeniden aktif edildi. Avrupa’da her türlü çığırtkanlığa rağmen kömür tüketiminde artış görmekteyiz.
Sonuçta ülkeler için büyüme hedefleri, enerji ihtiyaçları önceliklidir. İklim, her zaman ikincil öneme sahip, refah seviyesine gelinince düşünülebilecek bir öncelik.”
Akyener, Rusya’nın enerjide dışlanacak bir ülke olmadığını belirterek, şöyle devam ediyor:
“Türkiye’nin ortaya koyduğu gibi biraz daha yapıcı politikalar ve söylemler geliştirilmesi bu krizin çözümü için yerinde olacaktır. Rusya gibi petrol, doğal gaz, kömür devi bir ülke hatta uranyum konusunda da çok güçlü olan bir ülke enerji denkleminin dışında tutulamaz. İran bile dışlanamadı. Yani Rusya’nın dışlanması bütün dünyanın iklim politikalarındaki 2050 hedeflerinin tamamen çöp olması anlamına gelir. Rusya olmadan yenilenebilir enerjideki 2050 hedeflerine giden sürecin yönetilebilmesi mümkün değil.”
“Rusya-Ukrayna savaşı enerji dönüşümünü etkiliyor”
Birçok ülkenin yaşanan enerji krizinden dolayı Paris İklim Anlaşması gereğince raporlanan hedeflerini gerçekleştiremeyeceğinin altını çizen Akyener, Türkiye’nin de negatif anlamda etkilendiğini fakat makro düzeylerde olmacağını belirterek, sözlerini şöyle bitiriyor:
“Paris İklim Anlaşması’nın belli bir yaptırımı ya da deklerasyonu yok. Türkiye, kendi belirlediği hedeflere kendisi ulaşması gerekiyor . Mesela, 2053 hedefini şu an için koyduk bunu deklere ettik. Ve bunu 2040’lara 2030’lara çekeceksin tarzında bir yaptırım yok. Paris İklim Anlaşması’na göre belli bir periyotta 1-2 yıllık yeni iklim planı ibraz edilir diye bir madde var. Her ibraz edilen yükümlülük bir öncekine göre daha iyileştirilmiş, geliştirilmiş olmak zorunda. Rusya-Ukrayna savaş sonrasında birçok ülkenin bu raporları veremeyeceğini ve verecekleri bir sonraki raporun anlaşmada onayladıkları gibi daha iyi koşullar taşımayacağını söyleyebiliriz. Dünyanın birçok ülkesi bu anlaşmaya taraf olsalar da birçok eksiklik var.
Türkiye de sektörel değişimler, enerji dönüşümü gibi hususlar noktasında, Rusya-Ukrayna krizi sürecinden özellikle fiyat anlamında negatif etkilendi. Büyüme hedefleri noktasında da bizi de haliyle bütün dünya gibi etkileyecektir. Ama bu çok makro düzeyde bir etki sürecini tetikleyecek olduğunu söyleyemeyiz.”