3 yıldır devam eden ekonomik kriz ve diğer kronik sorunların gölgesinde Lübnan halkı seçimlere gidiyor. Ekonomik alanda yaşanan büyük kırılmalar, siyasi alanda da kendini gösteriyor. Peki, seçim Lübnan’a ne getirecek?
Lübnan’da 2019’daki halk ayaklanmalarının ardından başlayan ekonomik kriz, hem toplumsal hem de siyasi bir krize evrilerek, bugünlere kadar geldi. Lübnan, toplanmayan çöplerden, artık hayatın önemli bir rutini haline gelen elektrik kesintileriyle 3 yıl öncesine göre krizi çok daha derinden hissediyor.,
Peki, ülke bugünlere nasıl geldi? Gelin kısaca bakalım.
Bugüne kadar neler oldu?
Ülke özellikle 2019’dan bu yana ciddi bir ekonomik krizle mücadele ediyor.
Merkez Bankasındaki dolar likidite sorunu ve döviz rezervlerinin erimesi, ülkede başka ciddi krizlerin de patlak vermesine yol açtı.
Ekonomik krizden önce yaklaşık 440 dolar civarında olan asgari ücret, Lübnan lirasındaki değer kaybı nedeniyle 30 doların altına kadar düştü.Birleşmiş Milletlerin (BM) 1 Temmuz 2021’de yayımladığı değerlendirme raporunda, yaşam şartlarının 1975-1990 yıllarındaki iç savaş döneminden bile daha kötü olduğu vurgulanmıştı.
Lübnan hükûmeti; Aralık 2021’de yolsuzluk, mali kaynakların kötü kullanılması ve likidite sorunu nedeniyle finansal sistemdeki kaybın 66 milyar dolar olduğunu bildirmişti.
BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu, 7 Nisan’da, Lübnan halkının yüzde 74’ünün yoksulluk sınırında yaşadığını, işsizlik oranın da yüzde 44’e yükseldiğini bildirmişti. IMF’nin, 7 Nisan’da ekonomik krizdeki Lübnan hükûmeti ile yaklaşık 4 yıl süre zarfında ödenmesi planlanan 3 milyar dolarlık kredi konusunda ön anlaşmaya vardığı belirtilmişti.
Öte yandan Lübnan’da 3 yıldır devam eden ekonomik kriz nedeniyle gerekli yakıtın temin edilememesi ve yetersiz altyapı gibi sebeplerle Haziran 2021’den bu yana ülke genelinde elektrik kesintileri yaşanıyor. Devlet halihazırda yaşanan krizin bir sonucu olarak günlük yalnızca birkaç saat elektrik hizmeti sunuyor. Lübnanlılar bireysel olarak temin ettikleri jeneratörler aracılığıyla elektrik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.
İşte, Lübnanlılar bu şartlar altında 15 Mayıs’ta sandık başına gidecek. Peki, Lübnanlılar bu seçimlerden ne bekliyor?
Esasen, yurtdışında yaşayan Lübnanlıların oy kullanmaya başlaması, ülkede yapılacak seçimler konusunda da ip uçları veriyor. Şu ana kadar katılımın yüzde 60’ı bulduğu ifade ediliyor. Ancak her ne kadar değişim konusunda ülke uzun protestolara sahne olsa da, Lübnanlılar seçimlerin köklü değişiklikler getireceğini düşünmüyor. Zira, 2009 yılında gerçekleştirilen seçimlerden 9 yıl sonra, 2018’de yapılan seçimlere katılım yüzde 50’nin altında kalmıştı.
Lübnan Uzmanı Tuba Yıldız, TRT Haber’e yaptığı açıklamada, 2019’da ülke genelinde gerçekleşen protestoların seçimlere katılım ve değişim konusunda büyük bir motivasyon yarattığını belirterek, “Beyrut patlaması, sonrasında uzun bir süre hükümetin kurulamaması, kurulan hükümetin ise ekonomik açıdan bir ilerleme kaydedememesi bu seçimde de katılımın yüksek olmayacağı tahminlerini öne çıkarıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Yıldız, halkın çözümü sandıkta görmediğini ifade ederek, “Aynı sistem ve benzer adaylarla belirlenen bir seçim programı toplumsal açıdan bir anlam ifade etmediği için halk sorunun çözümünü sandıkta görmüyor” diyor.
2019’da başta başkent Beyrut olmak üzere birçok kentte gençlerin başını çektiği protestolar, değişimin başlangıcı olarak değerlendirilirken, büyük Beyrut patlaması ülkedeki değişim dalgasını akamate uğrattı.
Zaten ülkede var olan siyasi sistem, kronik siyasi krizlerin sürekli ülke gündeminde olmasının da en büyük nedeni.
Öyle ki, Lübnan’da yıllar süren iç savaşın ardından1989’da yapılan Taif Anlaşması’na göre Meclisteki milletvekili dağılımı, “28 Sünni, 28 Şii, 8 Dürzi, 34 Maruni Hristiyan, 14 Ortodoks, 8 Katolik, 5 Ermeni, 2 Alevi, 1 milletvekili de Hristiyanlar içerisindeki azınlıklar” şeklinde gerçekleşiyor.
Bu da, ülkede değişimin önündeki en büyük engel olarak görülüyor. Bu sistemin taraflarında da önemli gelişmeler yaşanıyor. Örneğin, ülkenin önemli Sünni figürlerinden Saad Hariri’nin Ocak ayı başında siyasi faaliyetlerine ara verdiğini duyurmuş olması kendi tabanında olduğu kadar 14 mart ve 8 mart koalisyonları açısından da dikkat çekici bir gelişme oldu.
Sünniler açısından Hariri gerek babası Refik Hariri’den aldığı politik miras açısından gerekse de Körfez bağlantısı nedeniyle önemli bir figür.
Hariri’nin siyasete ara vermesini sorduğumuz Yıldız’dan, “Sünni politikacılar arasında Saad Hariri kadar etkili bir isim yok. Bununla birlikte Müstakbel hareketinin oluşturduğu boşluğu muhalif partilerin doldurması söz konusu değil. Sonuçta ne olursa olsun 128 sandalyeli parlamentonun yarısı Müslüman olmak zorunda. Bu nedenle de Hristiyanlar açısından bir fark oluşmuyor. Dolayısıyla her ne kadar aktörler veya ittifaklar önemli olsa da Lübnan’da belirleyici olan sistemin bizatihi kendisi ve sistem değişmedikçe siyasilerin oynayacakları rolün bir etkisi olmayacak” cevabını alıyoruz.
Peki, Lübnan’ı neler bekliyor?
Lübnan’da halihazırda halkın dörtte üçü yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Lübnan lirasının dolar karşısındaki değeri ise son iki yılda %80 azaldı. Beyrut patlamasının yaralarının sarılamamış olması üzerine Körfezin yatırımlarını çekmiş olması, son olarak da Rusya- Ukrayna savaşının Lübnan’da buğday ithalatı açısından yarattığı kriz –Lübnan buğdayı büyük oranda çoğunu Ukrayna’dan ithal ediliyordu- ülkedeki gerilimi giderek artırıyor.
Bu anlamda, Fransa- Suudi Arabistan girişimine dikkat çeken Yıldız, ülkenin uluslararası destek açısından toplum bölünmüş durumda olduğunu ifade ediyor.
“Şiiler İran’dan gelecek yardımın engellendiğini düşünürken, Sünniler Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkelerinin yeniden Lübnan sahasına dönmesini bekliyor. Dolayısıyla iç siyasette reform çabasının görülememesi IMF’nin yardımının gecikeceği öngörüsünü açığa çıkarırken, uluslararası yardıma duyulan ihtiyacı da gösteriyor. Kaldı ki Lübnan ekonomik olarak bugüne kadar turizm ve yatırımlarla ayakta durabilmiş bir ülke. Bu nedenle de örneğin eski Enformasyon bakanı George Kardahi’nin Suudi Arabistan’a karşı yaptığı eleştiri yalnızca Körfez’de değil, Lübnan toplumunda da yankı uyandırmış ve ülkede istifa etmesi yönündeki çağrılar artmıştı. Nedeni ise doğrudan Kardahi’nin sözleri değil, Suudi Arabistan’ın yatırımlarını çektiğine dair verdiği haber olmuştu. Çünkü Körfez ülkelerinde çalışan çok sayıda Lübnanlı var ve halk mevcut durumda Lübnan’ı ekonomik olarak daha da geriye götürecek hiçbir eylemi kaldırabilecek tahammülde değil.”
Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un Beyrut patlamasının ardından açıkladığı girişimden de somut bir sonuç çıkmadı.
Yıldız da Macron’un verdiği sözlerini hayata geçirememesinin toplumda büyük bir hayal kırıklığı yarattığını ancak Macron’un geçtiğimiz aralık ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaret ve Lübnan’ın ekonomisini iyileştirmeye yönelik başlatılan diyalog girişimleri Lübnanlılar tarafından göz ardı edilmediğini belirterek, “Bununla birlikte Suudi Arabistan ve İran’ın bölgesel rekabetinin Lübnan’daki çatışmayı derinleştiren yansımaları Fransa’nın önemli bir denge unsuru olarak görülmesine neden oluyor. Nitekim birkaç hafta önce Fransa- Suudi Arabistan tarafından Lübnan’a 30 milyon euroluk bir yardım yapılacağı duyuruldu. Ocak ayından bu yana verilen bu kararlarda henüz somut bir adım atılmadı ancak seçimler sonrasında bir hızlanma görülebilir. Diğer taraftan köklü tarihi bağlar ve Fransa’nın Lübnan’daki sömürge geçmişi iki ülke arasındaki kırılmaların çok derin olmayacağını gösteriyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Bir zamanlar Ortadoğu’nun finans merkezi olarak görülen Akdeniz kıyısındaki başkent Beyrut’a sahip Lübnan, yıllarca süren iç savaşın ardından toparlanamıyor. İsrail ile ülkedeki Hizbullah milisleri arasındaki çatışmalar, Suriye iç savaşının yansımaları ve ülkede mezhepler üzerine kurulu siyasi sistem, ülkenin sürekli bir kısır döngüde kalmasına neden oluyor. Dolayısıyla, 15 Mayıs 2022’de gerçekleştirilecek seçimlerin, Lübnan’ı içinde bulunduğu krizden çıkarmaya vesile olacağını düşünenlerin sayısı bir hayli az.