DİN İŞLERİNDE NELER OLUYOR?
Dün bir yazı geçti elimize, Av.İbrahim Ürcan imzalı.
Konu: KKTC Din İşleri aleyhine dosyalanmış bir davayı anlatan ihbarname.
Davalı, Vakıflar ve Din İşleri Başkanlığı.
Davacı, aynı kurumun bazı görevlilerinin örgütlü bulunduğu Din Görevlileri Sendikası ve gölgesinde hareket eden Din Görevlileri Derneği imiş…(!)
Dava sebebi ne?
Din İşleri Başkanlığı, bünyesinde bulunan İmam ve Müezzinleri oluşturulacak bir komisyon ile gruplara ayırıp, hizmet içi eğitime tabii tutup, mesleki olarak gelişimlerine katkı sağlamaya teşebbüş etmek imiş…
Durum tam bir komedi…
Yıllarca, minber ve mihraplarda, İslam’ın ilk emrini “Oku” olarak anlatan bazı din İşleri personelleri, eğitimin gereksiz olduğunu iddia edip mahkemeye baş vuruyor ve kendi amirleri ile aralarında hakem olması için mahkeme ve kadı istiyorlar mış…
Hem de kulislerde yapılan saldırılar, İslam ve Kur’an düşmanlarının kullandığı üslup ile tam da aynı.
Kime karşı? Neye karşı? Tam da bilen yok açıkçası..
Durum çok vahim ve üzücü tabii.
Durumu iyi analiz edebilmek için süreci baştan bir özetlemek gerekir sanırım:
20 temmuz 2021 tarihinde bir görevlendirme yapıldı KKTC Din İşleri Başkanlığı’nda.
Görevi dolan Talip Atalay’ın yerine Prof.Dr.Ahmet Ünsal Hoca atanmıştı..
Bir taraftan tebrikler, bir taraftan görevlendirmeler derken bir açıklamaya denk geldik Ada TV canlı yayınında:
“Türkiye’nin en tepesinden birileri KKTC’ye, Güneydoğu’daki uygulama modeline benzer bir tarz ile adeta kayyum gibi bir müftü atandı” diye.
Açıklamayı yapan, ne Ktös başkanı Şener Elcil, ne Afrika Gazetesi yazarı Şener Levent, ne de Türkiye’nin adada varlığından rahatsız olan diğer merciler idi.
Açıklamayı yapan kişi, topluma; din, vatan ve millet sevgisini öğretmek için otuz yıl boyunca maaşlı bir şekilde din görevlisi olarak görev yapan ve hafız olduğu iddia edilen eski Din Görevlileri Sendikası başkanı idi.
Bu fikirleri “Kimin, niye ve neye karşılık servis ettiği?” Sorusu o dönemin bazı duyarlı gazetecileri tarafından gündeme getirilse bile kısa süre içerisinde konu gündemden düşürülmüştü.
O dönemde, hesapları yarım kaldığı iddia edilen bazı şer güçlerin, mevcut durumdan hoşnutsuz olup üst düzey göreve uygun görülmediği için küsen bazı görevlileri; sendika veya din görevlileri birliğini göreve gitmemek için siper olarak gören bazı görevlileri de etraflarına toplayarak yeni oluşumlara yelken açtığı ve kapandı sanılan hesapları ilerde kullanmak üzere difrize koyduğu iddia edilmişti.
Yine, o dönemde yapılan bazı iddialar; kulislerde yapılan tartışmalarda mevcut başkan ile ilgili “ üç ayda gider, altı ayda gider, burda yapamaz” gibi çirkin ve mesnetsiz sözler, dedikodu ile ilgili haber yaymayı gelenek haline getiren bazı şer güçlerin ilgi odağı olmuştu.
Tabiki burada akıllara gelen ilk sorular şunlardır:
- Din İşleri Başkanı daha göreve gelir gelmez hiç tanımadığı bir insana sendika yöneticileri niye saldırıda bulunmuştu?
- Bu saldırıdan ne murat etmişti? Veya bu saldırıyı kim planlamıştı?
- Eğer sendika ve birlik yöneticileri bu saldırının masumane bir sendikal dil sürçmesi, (ironi) olduğunu savunuyor ise bu konuyu kökten kınayan veya tekzip eden basın açıklaması yapıldı mı?
- “Bu Başkan birkaç ay içinde duvara toslar, birkaç ay içinde gider” söylemlerinin aslı astarı var mıdır?
- Bu söylemlerin ana kaynağı neresidir?
- Bu söylemler basit bir sendikal söylem midir? Yoksa Din İşleri Başkanlığı üzerinden yürütülen veya başlatılan kin ve nefret söylemleri ile şer güçler; Dini, Din İşleri görevlilerine mi çiğnetmeyi mi hedeflemektedir veya sendika ve birlik bu ihtimalin farkında mıdır?
- Elimize ulaşan mahkeme ihbar ile mahkemeye verilen Din İşleri Başkanlığı’nın “İmamlara Kuran ve hadis sınavı yapamaz ve kurs veremez” diye üreticilecek ara davası ile veya Din İşleri Başkanlığı’nın davayı kaybetmesi ile davacılar neyi kazanmış olacaktır veya davanın gerçek kazananı kim olacağının sendika ve birlik farkında mıdırlar?
- Yıllarca İslam düşmanlarının bile tartışmaya cesaret edemediği, kulaktan kulağa fısıldamayı cesaret saydığı, Milli ve manevi değerlerimizi, dairenin görevlilerine vermeyi planladığı “Kuran eğitimini, siyer eğitimini ve diğer dini eğitimleri” içeren konuları; birçoğu hafız, ilahiyatçı, yüksek imam veya cemaat rahlesi ile yoğrulmuş hocalarımız, neye hizmet etmek için mahkeme koridorlarında sohbet malzemesi haline getirmeye yeltenmiş veya bunları yaparken kime veya neye hizmet ettiklerinin farkında mıdırlar?
- Kurslar öncesi sınıfları belirlemek için yapılması planlanan seviye tespitinde, sınıfta kalma, derste kalma, ödül alma veya kesintiye uğrayıp mağdur olma gibi hiçbir nitelik olmadığı halde görevlilerin motivasyonunu bozacak eylemleri yayan merkez neresidir?
- Eğer sendika ve birlik, böyle bir iddianın tarafı değil ise; wahttsab gruplarında Din İşleri Başkanlığına karşı görevlileri kin, nefret ve tefrikaya yönlendiren sosyolojik deneyimli açıklamaları kim, niye yazıp birlik ve sendika gruplarında paylaşım yapmıştır?
- Bu izlenen yolun kime hizmet ettiğinin farkında mıdırlar?
- Gerek Anavatan Türkiye’de, gerek ülkemiz KKTC’de; şer güçlerin kol gezdiği, birlik ve beraberliğin bozulması için nerdeyse tüm düşmanların birlik olduğu bu süreçte; ana görevi, toplumun birlik ve beraberliğini tesis etmek olan ve bunun karşılığında toplumun vergileri ile maaş alan (iyileri tenzih ederiz) bazı din görevlisi arkadaşlarımız hak aradıklarını iddia ederek gittikleri makamlardan çıktıktan sonra “daha kendi birliklerini bile sağlayamıyorlar, ne dini ne hocası?” gibi mırıldanmalara şahit mi olmuyorlar? Yoksa her gün okudukları Bakara süresi 18.Ayetin manasını mı unuttular?
Son olarak şunu belirtmeliyiz ki; yaptıkları veya yapacakları hizmetin gereğini yapmayı unutanlar, yaptıkları davranışları hizmet sanmaya başlarlar..
Rabbim, hepimize hayırlı hizmetler yapmayı ve Hakkı hak bilip hakça yaşamayı nasip etsin…