İran ile P5+1 ülkeleri arasında gerçekleşen nükleer müzakerelerde sona yaklaşılırken, anlaşmanın aktörlere ve bölgeye olası etkileri konusunda fikir birliği bulunmuyor.
İran ile P5+1 ülkeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin + Almanya) arasında sürdürülen nükleer müzakerelerin başarılı olması ve nükleer anlaşmanın yeniden uygulanmaya başlanması hem küresel hem de bölgesel etkileri olacak önemli bir gelişme.
Peki, esas itibarıyla Tahran ve Washington arasında varılacak yeni bir nükleer anlaşma ikili ve bölgesel ilişkileri nasıl etkiler? Kim, ne bekliyor? Gelin yakından inceleyelim.
İran nükleer anlaşması nedir?
Öncelikle, neden yeni nükleer anlaşma diyoruz? Bu sorunun cevabını vererek başlayalım.
İran’ın nükleer enerji çalışmalarını konu edinen bu anlaşma, söz konusu ülkenin zenginleştirilmiş uranyum üretimine ve saklama kapasitesine sınır getirmeyi, nükleer tesislerinin denetlenmesine izin verilmesini ana amaç olarak kabul ediyordu.
Anlaşma, P5+1 ülkeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin +Almanya) ile İran arasında uzun süren müzakerelerin ardından 2015’te imzalandı ve yürürlüğe girdi.
Ancak ABD, Barack Obama Başkanlığı döneminde imzalanan anlaşmadan Donald Trump döneminde (Mayıs 2018) çekildi.
Trump çekilme gerekçesi olarak ise, “İran’ın balistik füze programını kapsamamasını ve anlaşmanın genel olarak zayıf olması”nı gösterdi.
Bunun üzerine İran da sınırların üzerinde uranyum zenginleştirme çalışmalarına geri döndü.
Muhtemel bir nükleer anlaşmanın daha önce imzalanan anlaşmadan temel farkları neler?
2015’te nükleer anlaşma imzalanırken Obama’nın yardımcısı olan Joe Biden, şimdi ABD Başkanı. Dolayısıyla ABD’de İran ile nükleer anlaşma konusunda, en azından demokratlarda, istikrarlı bir görüş birliği var. Ancak ABD’nin 2024’te, önünde bir seçim var. Bu da, anlaşmanın ömrünün yine 3 yıldan az olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Zaten İran da “ABD’nin anlaşmadan çekilmemesi” yönünde güvence istiyor.
İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) Kıdemli Uzmanı Dr. Bilgehan Alagöz, 2015’te bugüne göre çok daha iyimser bir havanın olduğu kanaatinde.
“O yüzden anlaşma yeniden canlansa bile bunun uzun vadeli olacağına dair hiçbir ümit yok.”
İsrail olası bir anlaşmaya bağlı olmayacağını açıkladı. Bu ne anlama geliyor?
İran nükleer anlaşması denince akla ilk gelen aktör şüphesiz İsrail. Zira İsrail, İran’ın nükleer çalışmalarını kendi varlığı için tehdit olarak algılıyor. Bunun yanında ABD üzerindeki etkisi, tutumunun göz ardı edilmesini engelliyor. Zira, Trump’un anlaşmadan çekilmesinde Netanyahu’nun etkisi yadsınamaz bir gerçek artık.
Öte yandan İsrail içerisinde işler tam olarak böyle değil. Hem Batı hem de İsrail basınında uzun bir süredir istihbarat ile ordu arasında görüş ayrılıkları olduğu yönünde çokça yazı yer aldı.
İran nükleer anlaşması üzerindeki anlaşmazlık, İsrail ordusu ile ülke dışında istihbarat toplamaktan ve gizli operasyonlardan sorumlu istihbarat teşkilatı Mossad arasında yaşanıyor.
Hatırlanacağı üzere Mossad, Ocak 2018’de İran’ın nükleer arşivini çalarak Tahran’ın en azından 2003 yılına kadar askeri bir nükleer silah projesi yürüttüğünü kanıtlamıştı.
Mossad’ın eski başkan yardımcısı ve operasyon lideri Udi Lavie verdiği bir röportajda, “Mossad, İran’ın askeri nükleer projesi olmadığını iddia ederken aslında yalan söylediğine dair delil sunmak için İran’ın nükleer arşivini çaldı. Bu deliller, Trump’ı nükleer anlaşmadan çekilmeye ikna etmek için kullanıldı” dedi.
Bu anlamda İsrail’de Mossad anlaşma karşıtı bir görüşü, ordu ise, anlaşmaya sıcak bakan bir fikri benimsiyor.
Nükleer anlaşmaya sıcak bakanlar, yeni bir nükleer anlaşmaya varılmazsa ABD ve Avrupa’nın bu konuyu bir kenara bırakacağını iddia ediyor. Böyle bir durumda, “İsrail uluslararası arenada yalnız kalabilir” görüşünü ileri sürüyorlar.
Bugünlerde ise, İsrail’den muhtemel bir anlaşmaya karşı açıklamalar geliyor.
İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, ABD Başkanı Joe Biden’ın İran’ın nükleer silah elde etmeyeceği konusunda kendilerine söz verdiğini söylüyor ve ekliyor;
“Bu anlaşmaya karşıyız. Bu, nükleer silah, nükleer beceri ve zenginleştirme kapasitesi alanlarında kötü bir anlaşma.”
İsrail’in Walla haber sitesine göre, ABD son dönemde “Tahran’a daha fazla taviz verilmeyeceğine ilişkin” İsrail’e güvence vermeye çalışıyor.
Başbakan Yair Lapid’e göre ise, 2015 nükleer anlaşmasına dönülmesi konusunda İran ile Batı arasında bir uzlaşma sağlanması halinde İsrail, buna uymakla yükümlü değil.
“Başbakan Lapid, Macron’a İsrail’in 2015 nükleer anlaşmasına dönülmesine karşı olduğunu ve böyle bir anlaşmaya uymakla yükümlü olmadığını açıkça belirtti. İsrail, İran’ın nükleer kapasiteye sahip olmasını engellemek için her şeyi yapmaya devam edecek.”
İsrail Atom Enerjisi Komisyonu başkanı olarak görev yapan Gideon Frank da, İsrail içerisindeki temel görüş ayrılığını “iki kötü altarnatif” olarak değerlendiriyor;
“Burada çok kötü iki alternatif arasında bir seçim yapma söz konusu: Anlaşma olmazsa, şu anda bir bomba için yeterli zenginleştirilmiş malzeme üretmekten yaklaşık iki hafta, başka bir bomba için ise iki ay daha uzakta olan İran, hızlı bir ilerleme sağlayacak. Eğer bir anlaşma yapılırsa, İsrail etkili bir askeri seçenek hazırlamasına izin verecek kadar zaman kazanacak. Ancak buna karşılık oradaki rejim, özellikle petrol fiyatlarındaki artıştan sonra hayatta kalmasına oldukça yardımcı olacak bir para arzı elde edecek. Çözüm, İsrail’in İran’ın nükleer eşiği aşması durumunda ABD’yi İran’a karşı güç kullanmaya ikna etmek için çabalaması olmalı.”
Alagöz’ün konuyla ilgili değerlendirmesi ise şöyle;
“Netenyahu’nun başbakanlığı devam etseydi daha farklı bir tablo karşımıza çıkabilirdi. Dolayısıyla şu anki İsrail yönetimi, üstü kapalı bir şekilde İran ile Nükleer Anlaşmanın yapılmasını destekliyor. Ancak kendince bazı tedbirleri var. Öncelikle İbrahim Anlaşmaları ile Körfez ülkeleri ile başlattığı normalleşme süreci ve son dönemde Türkiye ile diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmesi, bölgesel ittifaklara ağırlık vererek İran’ı çevrelemek istediğini gösteriyor. İkincisi ‘ahtapot doktrini’ üzerinden İran’ı kendi sınırları içinde üst düzey askerleri hedef alarak baskılama stratejisine ağırlık veriyor.”
Bölgesel aktörler olası anlaşmadan neler bekliyor?
Özellikle BAE’nin İran karşıtı bir koalisyonda olmama ilkesi de göz önüne alınırsa, bölgede sakin bir dönem başlayabilir mi?
Ortadoğu’da bir süredir, çıkar çatışması yaşayan aktörler arasında gerilim yaşanıyordu. Ancak İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında başlayan normalleşme adımları ve İbrahimi anlaşmaları bölgede yeni bir dönemin habercisiydi.
Bu adımlara ek olarak Türkiye ile başta Suudi Arabistan olmak üzere BAE ve Mısır arasında ilişkileri eski seviyesine getirme konusunda birçok gelişme yaşandı. İran bölgede yaşanan bu gelişmeleri çok yakından izliyor. Her ne kadar İsrail’in bölgede İran karşıtı bir koalisyon kurma çabası olsa da hem BAE hem de Suudi Arabistan doğrudan İran’ı hedef alacak bir oluşumun içinde olmayacaklarını deklare ediyorlar.
Suudi Arabistan’ın Ocak 2016’da aralarında Suudi Arabistan vatandaşı Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’in de bulunduğu 47 kişinin idam cezasının infaz edildiğini duyurması ve İran’da başlayan olaylardan sonra
Suudi Arabistan, Bahreyn, Kuveyt ve Sudan İran’la diplomatik ilişkilerini kesmişti.
Geçtiğimiz günler BAE, uzun görüşmelerin ardından Tahran’a büyükelçi gönderirken, Suudi Arabistan ile İran arasındaki görüşmelerde de kayda değer ilerleme kaydedildiği belirtiliyor. Son dönemde ortaya atılan “Ortadoğu’da yeni bir NATO” söylentilerine BAE’nin “bölgede İran karşıtı bir koalisyonda yer almayacağı” cevabı, bu anlamda önemli.
Tüm bu önemli adımlara rağmen bölge ülkelerinin nükleer anlaşma çekinceleri devam ediyor.
Alagöz bu çekinceleri şu sözlerle anlatıyor;
“İran’ın yaptırımların hafifletilmesi ve dondurulmuş varlıklarına erişmesi sayesinde elde edeceği parayı bölgede agresif hareketler yaratacak şekilde vekil güçlerine aktarıp aktarmayacağı bölge ülkelerinin en büyük çekincesi.”
İran’ın Yemen’de Husileri desteklemesi, Irak’ta yerel aktörler üzerinde etkisinin devam etmesi, Lübnan’da Hizbullah ile organik ilişkileri ve balistik füze programı.
Bölge ülkelerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen konularda İran’ın karnesi oldukça zayıf.
Alagöz, 2015 Nükleer Anlaşmasını takip eden dönemde İran’ın yaptırımların hafifletilmesi yoluyla elde ettiği ekonomik kazançlarını, askeri kapasitesini artırmada ve vekil güçlere para aktarmada kullandığına dikkat çekiyor ve ekliyor;
“Bu da İran’ın Orta Doğu’da agresif bir bölge gücü olmasına neden oluyor. Biden’ın seçildiği zamanki en önemli vaadi, Nükleer Anlaşmanın canlandırılmasını sağladıktan sonra İran’ın balistik füze programını ve bölgedeki askeri faaliyetlerini denetim altına alacak bir takip anlaşması yapmaktı.”
ABD’nin İsrail’e rağmen anlaşmadan temel beklentileri neler?
ABD’nin en temel önceliği, İran’ın zenginleştirilmiş uranyum üretimini durdurması. İsrail’in bölgedeki güvenliği de ABD politikasının en temel taşlarından biri. Ancak İran’ın Çin ve Rusya ile derinleşen ilişkisi, ABD için tercih edilmeyen bir seçenek.
İRAM Kıdemli Uzmanı Bilgehan Alagöz’e göre, derinleşen ilişkileri engellemenin bir yolu da İran’ın uluslararası topluma aşamalı olarak angaje olmasını sağlamak.
Dolayısıyla ABD, İran’ın nükleer programını kontrol altına alarak, İran’ın uluslararası topluma entegre bir pozisyonda durmasını istiyor.
Zaten Ukrayna krizi de bu entegrasyonu zorunlu kılıyor. OPEC’in istenilen artışı yapmaması, ABD’nin ham petrol stoklarının piyasa talebini karşılayamaması İran ham petrolünün önemini artırıyor. Zira, Avrupa ve Asya’daki birçok ülke ciddi yakıt sıkıntısıyla mücadele ediyor.
Olası anlaşma İran’a neler getirecek? İran’ın beklentileri neler?
İran’ın nükleer anlaşmadan en büyük beklentisi yaptırımlar son bulması. Zira İran, petrol üreten ve gelirinin büyük kısmı petrol ihracından gelen bir ülke.
İran Petrol Bakanlığının verilerine göre, İran’ın 160 milyar varil ham petrol ve kondensat ile yaklaşık 34 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunuyor.
Venezuela ve Suudi Arabistan’ın ardından Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütünde (OPEC) en büyük üçüncü petrol rezervine sahip İran, dünyada da Kanada’nın ardından en büyük petrol rezervine sahip dördüncü ülke konumunda.
İran Petrol Bakanlığının istatistiklerine göre, ABD anlaşmadan ayrılmadan önce Nisan 2018’de günlük 3,8 milyon varil ham petrol ve kondensat üretimi yapan İran, bu miktarın 2,8 milyon varilini ihraç ediyordu. Üçüncü ülkelerin ve tanker izleme şirketlerinin verilerine göre, satmakta zorlandığı için şu anda petrol üretimini günlük 2 milyon varilin altına indiren İran’ın ihraç ettiği petrol miktarı da ortalama günlük 500 bin varilin altına düştü.
Yaptırımlar nedeniyle istatistikleri açıklamaktan kaçınan İran’ın petrol ihracat rakamları net şekilde tespit edilemese de ihracat gelirlerinin büyük ölçüde düştüğü İranlı yetkililer tarafından zaman zaman dile getiriliyor.
Öte yandan, Rusya ile Ukrayna arasında savaş başladıktan sonra İran Petrol Bakanı Cevad Uci, ülkesinin ham petrol üretiminin günlük 3,8 milyon varile ulaştığını açıkladı. İran Ekonomi Bakanı İhsan Handuzi de ülkesinin son dört aylık petrol ihracatından elde ettiği gelirlerin geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 580 arttığını söyledi.
İran Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi üyesi Said Celili, ülkesinin günlük 1,2 milyon varil ham petrol satışı gerçekleştirdiğini açıkladı. Öte yandan İran petrol, doğal gaz, finans, havacılık ve deniz taşımacılığı alanlarında yaptırımlar kalkacak, İran yurtdışındaki milyarlarca dolarlık varlığına yeniden ulaşabilecek.
ABD yaptırımlarının kaldırılması İran iç huzuru için de oldukça önemli. Zaman zaman ekonomi kaynaklı protesto gösterileri, yaptırımların siyasi sonuçları olarak yorumlanıyor.
Alagöz’e göre, ülkede siyasal güvenliği sağlamak için ekonomik sorunların kontrol altına alınması gerekiyor.
“Bu sebeple İran’ın öncelikli hedefi sıkışan ekonomisini Nükleer Anlaşma sayesinde ferahlatmak. İkincisi şahsi fikrim İran’ın nükleer bomba yapmayı hedeflemediği yönünde. İran’ın nükleer bomba yapabilecek kapasitede olduğunu yani nükleer eşik gücü olduğunu göstermesi ve bu yolla İsrail ve ABD’ye karşı tehdit kozunu kullanabilmesi çıkarlarına daha çok hitap ediyor”
Rusya ve AB’nin muhtemel kazançları neler olur?
Avrupa Birliği (AB) Ukrayna’da yaşanan savaşın uzun yıllara yayılacağını düşündüğünden İran’ın enerji piyasasına tekrar geri dönmesini ve böylelikle Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak istiyor.
İran, AB için aynı zamanda iyi bir ekonomik pazar. Dolayısıyla nükleer anlaşmanın uzun bir süreye yayılması AB için İran’da yeni yatırım imkanları yaratacak.
Siyasi olarak Rusya-Ukrayna krizi karşısında ABD ve Avrupa ülkelerine karşı bir blok oluşturmak istiyor. Bu noktada İran’ın uluslararası toplum ile yaşadığı krizi kendi lehine bir fırsat olarak görüyor.
Ekonomik olarak ise, petrol piyasaları, İran’ın petrol ihracatı üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması sürecini yakından izliyor. Petrol fiyatları tarihi noktalara tırmanırken, Batı’nın OPEC’ten talep ettiği artışlar gerçekleştirilmiyor. Bu noktada İran ham petrolünün piyasalar için önemi ortaya çıkıyor.
Öte yandan son dönemde “Rusya, İran’ı petrol satışları için yaptırımları bozan arka kapı olarak görüyor” konulu haberler de basında sıkça yer almaya başladı.
ABD’li haber sitesi Politico’ya konuşan yetkililer, nükleer görüşmeler çerçevesinde yaptırımların kalkması halinde İran’ın, Rusya’dan ham petrolü Hazar Denizi’nin kuzey kıyısına ithal edeceği ve sonra Basra Körfezi üzerinden İran tankerleri ile ihraç edeceğini iddia etti.