Henüz keşfedilmemiş doğal gaz ve petrol kaynakları, eriyen buzullar ve giderek kolaylaşan ulaşım. Arktik kimi çalışmalara göre güçlü ülkelerin birbiriyle doğrudan çatışmaya girebileceği bir yer. Kimilerine göreyse barış ve istikrarın yeni simgesi. Yakın zamanda sıkça ismini duyacağımız bu bölgeye gelin yakından bakalım…
İnzivaya çekilmiş çok seyrek nüfus, gözünüzün alamayacağı kadar geniş alanlar, küresel ısınma nedeniyle değişen şartlar… Arktik’ten bahsediyoruz… Buzulları, igloları ve turistik gezileriyle adını duyduğumuz bu bölge yakın gelecekte dünyanın en çok konuştuğu yerlerden biri olmaya aday.
Öyle ki, biz her ne kadar Orta Doğu’daki gelişmelere, Rusya-Ukrayna savaşına, Pasifik’te giderek yükselen tansiyona odaklanmış olsak da Arktik oldukça derinden ama son derece güçlü bir şekilde geliyor.
ABD, Rusya, Çin başta olmak üzere dünyanın en güçlü ülkelerinin birbiriyle doğrudan çatışabileceği ilk yerin Arktik olacağına inananların sayısı bir hayli yüksek. Bölgeyle ilgili çalışma yapan güvenlik uzmanlarının sayısı giderek çoğalıyor. Tüm bunların yanında kimi ülkelerin Arktik bölgesinde askeri gücünü artırdığı da sır değil.
Peki Arktik neden bu kadar önemli? Dünyanın sıklet merkezi değişirken Ankara tüm bu yaşananlara nasıl bakıyor? Dr. Ebru Caymaz, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde öğretim üyesi. “Kutup Bilimlerinde 100 Kadın” projesine giren ilk Türk. Caymaz ile hem sorularımızın yanıtını hem de bu sürece dair beklentilerini konuştuk…
Doğal gaz ve petrol bakımından son derece zengin
Arktik Bölgesi’nde yer alan petrol ve yeraltı kaynaklarına yönelik tartışmaların her dönem var olduğu uyarısıyla başlıyor Caymaz. Ancak bölgeye ulaşım zormuş ve lojistik altyapının eksikliği maliyetleri de artırdı. Bu nedenle bölgeye yönelik kimi planlamalar etkin ve verimli olarak kabul edilmedi.
Bu noktada iklim değişikliğinin her şeyi ters yüz ettiğine işaret ediyor Caymaz… Kapladıkları alan ve kalınlıkları azalan deniz buzları nedeniyle bölge daha uzun süre erişilebilir hale gelmiş.
ABD tarafından 2009 yılında hazırlanan bir jeolojik araştırma raporunda dünya üzerinde henüz keşfedilmemiş doğal gazın yaklaşık yüzde 30’unun ve petrolün yüzde 13’ünün bu bölgede bulunduğu bilgisi var. O yılların ardından giderek derinleşen küresel enerji krizinin ‘kaynak rekabetini’ tekrar gündeme getirdiği sır değil.
Deniz ticaret yolları için yeni bir başlangıç
Dr. Ebru Caymaz’a göre Arktik Bölgesi’nin zengin yeraltı kaynaklarının dışında çok önemli bir değeri daha var. Seyre daha elverişli hale gelen deniz ticaret yolları… Bu durum bölgeyi jeoekonomik açıdan oldukça önemli bir hale getiriyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporlarına bir parantez açıyor Caymaz. Bölgenin dünyanın diğer kısımlarına kıyasla en az 4 kat daha hızlı ısındığına dikkati çekiyor.
Arktik Okyanusu’ndaki denizcilik faaliyetlerinin temel olarak 4 kategori altında incelendiğini öğreniyoruz. Bunları transit geçişler, destinasyon trafiği, ithalat/ihracat taşımacılığı, Arktik içi kabotaj olarak sıralamak mümkün.
Kuzeybatı Geçidi (NWP), Kuzeydoğu Geçidi (NEP) ve Trans Polar Geçidi (TPP) olmak üzere temelde üç deniz yolu ve bağlantıları olsa da NEP, seyir koşulları açısından erişilebilirliğin en fazla olduğu Arktik denizcilik yolu olarak kabul ediliyor.
Buzulların erimesi takvimi öne çekti
Caymaz bu noktada araya giriyor ve NEP’in ticari taşımacılık trafiğinin yoğun olduğu Kuzey Deniz Yolu (NSR)’nu da içerdiğini söyleyip, “Güncel iklim değişikliği raporları, ancak 2050 yılından sonra etkin ve verimli hale gelebileceği öngörülen TPP deniz yoluna yönelik öngörüleri 2035 yılına kadar çekti. Erime bu hızla devam ederse süre daha da kısalabilir. TPP işlerlik kazandığı halde Svalbard ve Grönland önemli lojistik merkezlerine dönüşebilir. Dolayısıyla bölge devletlerinin yanı sıra pek çok bölge dışı devlet de bilhassa bilimsel araştırma söylemiyle bölgedeki varlığını meşru kılmaya çalışırken diğer yandan da bölgeye yönelik yatırımlarına hız vermiş durumda.” bilgisini paylaşıyor.
Arktik savaşa mı yoksa barışa mı aracı olacak?
Söz konusu bölgeyle ilgili kimisi komplo teorisine varsa da çok ciddi savaş söylemleri var. ABD ile Rusya arasında doğrudan sıcak çatışmaya buranın ev sahipliği yapacağını iddia edenlerin sayısı hiç az değil. Diğer bir görüş, ABD ve Çin’in bu bölge için savaşı göze alabileceği tezi.
Dr. Ebru Caymaz’a bunları da soruyoruz… Arktik Bölgesi’ne yönelik baskın söylemlerin temelde iki perspektiften ele alınabileceğinden bahsediyor. Bu perspektiflerden ilki, bölgeye yönelik uyuşmazlıkların çatışmaya evrileceğini savunuyor.
“Bilhassa 2000’li yıllardan sonra Arktik kaynakları için yarış ve rekabet sıklıkla gündeme gelmeye başladı” diyor Dr. Caymaz:
“Bu noktada Rusya’nın bilhassa Kuzey Deniz Yolu’nu daha cazip hale getirmeye yönelik gayretleri, bölgedeki hinterlandını geliştirmenin yanı sıra Orta Asya’yı Arktik Okyanusu’na bağlamak amacıyla başlattığı Kuzey Enlemi Geçidi gibi mega projeleri başta ABD olmak üzere yakından izleniyordu.
Bu süreçte Rusya’nın Çin’le yaptığı iş birlikleri yoğun eleştiri aldı. Rusya’nın Soğuk Savaş Dönemi’nde kapattığı kimi askeri üsleri yeniden açtığını gördük. Modernize edilerek tekrar açılan bu üsleri ‘saldırgan realizm’ bağlamında inceleyen pek çok çalışma var.
Diğer yandan NATO’nun Trident Juncture gibi büyük çaplı tatbikatları kimi zaman bölgedeki gerilimin artmasına neden oluyor. Ayrıca NATO’nun bölgeye yönelik askeri yapılanmalara hız vermesi, genişlemeci yaklaşımını ortaya seren Finlandiya ve İsveç’in üyelik durumları tartışmalı bir karar olarak öne çıkıyor.”
Çin’in Arktik politikasında ne yatıyor?
ABD ve Rusya bir şekilde en başından bu yana konuya müdahil. Peki ya Çin? Pekin’in bu bölgeyle neden bu kadar ilgili olduğunu merak ediyor ve Caymaz’dan Çin için ayrı bir pencere açmasını istiyoruz.
Rusya ile “müttefik” olarak görülen Çin’in aslında “stratejik ortak” olduğuna dair görüşler olduğunu anlatıyor Caymaz. Çin’in Kutup İpek Yolu stratejisine daha yakından bakıldığında NSR ile ortak kısımların az olmasını dikkat çekici buluyor.
Çin’in şimdiye kadar Rusya’nın Arktik Bölgesi’ne yönelik yapmış olduğu altyapı yatırımlarının Rusya’nın beklentisinin altında kaldığını anlıyoruz. “Dolayısıyla herhangi bir çatışma durumunda Çin’in nasıl davranacağı belirsizliğini koruyor” diye yorumluyor bu süreci Dr. Ebru Caymaz.
Bölgede barışçıl bir ortak yaklaşım mümkün mü?
Madalyonun bir yüzünde ucu savaşa gidebilecek bir gerginlik seviyesi olsa da diğer tarafta anlaşmazlıkların masada çözülmesi ihtimali de oldukça güçlü. Uluslararası hukuku temel alan diğer perspektife göre bölgedeki istikrarın tüm tarafların ortak çabasıyla devam etmesi mümkün.
Bölgeyle ilgili söylemler ‘güvenlik’ etrafında şekillense de iklim değişikliği temelli uluslararası bilimsel iş birliklerinin de öne çıkabileceği kanaatinde Caymaz. “Dolayısıyla barış ve istikrara vurgu yapan ikinci perspektifin halen baskın görüş olduğunu söylemek mümkün” diyor.
Türkiye’nin Arktik politikası var mı?
Arktik ile ilgili genel bir çerçeve çizdikten sonra haliyle Ankara’nın tüm bu yaşananlara nasıl baktığı sorusunun da yanıtını merak ediyoruz… Son yıllarda kutup araştırmalarına ivme kazandıran Türkiye’nin Arktik Bölgesi’ne yönelik ilgisinin genel görüşün aksine, Osmanlı Devleti’ne kadar dayandığını söylüyor Ebru Caymaz.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da kutuplara yönelik ilginin devam ettiğini, 1932-1933 yıllarında gerçekleştirilen 2. Uluslararası Kutup Yılı’ndan itibaren ülkemizin tüm kutup yıllarına aktif olarak katılım sağladığını öğreniyoruz.
“Günümüzde ise Arktik Bölgesi’ne yönelik hem bilimsel araştırmalar gerçekleştirme hem de ortaya çıkan ekonomik fırsatlardan yararlanma motivasyonu var” diyor Caymaz ve sözlerini şöyle tamamlıyor:
“Bilimsel araştırma bağlamında TÜBİTAK bünyesinde kurulan Kutup Araştırmaları Enstitüsü bu sene 2. Arktik Bilim Seferi’ni tamamladı. Başta Arktik Konseyi olmak üzere bölgeye yönelik yapılara entegre olabilmemiz için somut adımlar atılması gerekiyor. Svalbard Antlaşması’na taraf olma beyanı atılan en somut adım ve Türkiye’ye bilhassa bilimsel araştırma bağlamında büyük açılımlar sağlayacak.
Ekonomik fırsatlar bağlamında ise Türk şirketleri halihazırda bölgedeki ihalelerde yer almaya başladı. Geçmişte Kırım ve Gürcistan’a yönelik uyuşmazlıklar nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlar esnasında Türk şirketleri başta Yamal Bölgesi olmak üzere Rusya’nın altyapı projelerinde yer almaya devam etti.
Bu gelişmelere paralel olarak Türk tersaneleri de giderek artan sayıda Arktik ihalesi kazanmaya başladı. Dolayısıyla Türk şirketlerinin bölgeye yönelik önemli bir deneyimi var ve bu konuda etkin bir strateji rehberliğinde teşviklerin artırılması gerek.
Rusya’nın Ukrayna işgali, 5 binden fazla yaptırımdan payını alan Arktik Bölgesi’ni de oldukça olumsuz etkiledi. Rusya, en büyük kutup devleti ve Arktik Bölgesi’nde Türk kökenli etnonimler de olmak üzere ciddi bir nüfus barındırıyor. Arktik Konseyi’nin önce faaliyetlerini askıya alması ve daha sonra Rusya’yı dışlayarak faaliyetlerine devam etme kararı başta kalkınma projeleri olmak üzere bölge halkını olumsuz etkiledi.
Bu noktada Türkiye, etkin bir bilim diplomasisi stratejisiyle kapalı iletişim kanallarının yeniden açılmasında, en azından Arktik Bölge halklarının yaptırımlar dışında bırakılmasına arabuluculuk edebilir. ABD, birkaç gün önce bölge genelinde çalışacak bir büyükelçi atama kararını yayımladı.
Dışişleri Bakanlığımız bünyesinde de bir büyükelçi atanması ve Arktik Bölgesi’ne yönelik bir çalışma grubu kurulması bu süreçte ilişkilerimizin daha etkin yürütülmesine büyük katkı sağlayabilir.”