İran nükleer anlaşmasının yeniden hayata geçirilmesi ve ABD’nin anlaşmaya dönmesi için sürdürülen müzakereler yaklaşık iki yılı geride bırakırken “uzlaşı sağlandı-sağlanıyor” şeklindeki olumlu hava, yerini Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josef Borrell’in açıklamasıyla bir kez daha karamsarlığa bıraktı.
İran ile ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın taraf olduğu; Avrupa Birliği’nin (AB) de yer aldığı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak isimlendirilen ve 2015’te imzalanan nükleer anlaşmasından, ABD’nin 2018’de tek taraflı çekilme kararı sonrasında sular durulmuyor.
ABD’nin çekilme kararı sonrasında Tahran yönetimine yönelik ağır yaptırımları yeniden uygulamaya başlaması, çok taraflı diplomasinin bir başarısı olarak değerlendirilen nükleer anlaşmayı ciddi anlamda çıkmaza soktu.
Bu gelişmeye karşılık olarak 2019’dan itibaren nükleer anlaşma kapsamında verdiği taahhütleri kademeli olarak uymayacağını açıklayan İran’ın zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artırması ve gelişmiş santrifüjler kullanması, uluslararası kamuoyunda tepkilere neden oldu.
Nükleer anlaşmayı bir şekilde sürdürebilmek ve ABD’nin yaptırımlarından Avrupalı yatırımcıları kurtarabilmek amacıyla INSTEXT adı verilen bir mekanizma geliştirilse de ciddi anlamda bu sistemin bir getirisi olmadı.
İranlı bilim insanı Muhsin Fahrizade’nin Kasım 2020’de öldürülmesi, Tahran’ın nükleer programına ilişkin daha radikal kararlar almasının önünü açtı.
Ülke meclisinde çıkartılan bir yasa doğrultusunda önce yüzde 20 saflıkta zenginleştirilmiş uranyum üretildi. Kısa süre sonra bu oran, yüzde 60 seviyesine yükseltildi.
Nükleer anlaşma kapsamında yüzde 3,67 oranında uranyum zenginleştirilmesine izin verilen İran’ın yüzde 60 üretim yapması, atom bombası üretmek için gerekli olan yüzde 90 saflıkta parçalanabilir uranyuma ulaşmak için önemli bir aşama olarak görülürken nükleer anlaşmanın bir şekilde kurtarılmasına yönelik umutları da kırdı.
Ancak ABD’de yapılan başkanlık seçimlerini Joe Biden’ın 2021’de kazanması sonrasında Washington ve Tahran’dan yapılan ılımlı açıklamalar, nükleer anlaşmaya yönelik umutların yeniden yeşermesine neden oldu.
18 aylık müzakere süreci
Avusturya’nın başkenti Viyana’da Nisan 2021’de başlayan nükleer müzakereler, çeşitli nedenlerle verilen uzun aralara rağmen Ağustos 2022’ye kadar sürdü.
Müzakerelere koordinatörlük yapan AB, taraflara 8 Ağustos’ta 25 sayfadan oluşan bir “nihai metin” sunarak artık müzakerelerde sona gelindiğini, söz konusu taslak metne ilişkin ülkelerin bir siyasi irade ortaya koymasını istedi.
Müzakerelerin başından itibaren daha önce anlaşmadan tek taraflı çekilen ABD’den bunu tekrarlamayacağına dair garanti isteyen ve böyle bir durumun yaşanması durumunda bunun sonuçlarının olması gerektiğini savunan İran, AB’nin taslak metnine ilişkin cevabını 15 Ağustos’ta ABD’ye sundu.
Taslak metin sonrası olumlu atmosfer
Borell’in İran’ın yanıtını “makul” olarak nitelendirmesi uluslararası kamuoyunda bir kez daha umutların yeşermesine neden oldu.
İran’ın yanıtına 24 Ağustos’ta AB aracılığıyla Washington yönetimi cevap verirken kamuoyu yazışmaların içeriğine ilişkin bilgilendirilmedi.
Bir tür mektup diplomasisinin sürdüğü bu süreçte, Tahran yönetiminin ABD’ye cevaben sunduğu metni Washington’un yapıcı olarak değerlendirmemesi, olumlu havanın dağılmasını başlatan ilk adım oldu.
İran ve Ajans arasında ipler geriliyor
ABD ve İran arasında bunlar yaşanırken Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile Tahran yönetimi arasında ipler gerilmeye başladı.
İran’da 2000’li yılların başında Ajans’a bildirilmeyen 3 yerde tespit edilen uranyum parçacıklarına ilişkin bu ülkeden yapılan açıklamaları, UAEA’nın teknik açıdan yetersiz bulduğunu açıklaması üzerine, Tahran, kurumun nükleer tesisleri gözlemlemek amacıyla kullandığı kamera ve benzeri ekipmanları kapatma kararı aldı.
Uzmanlar, 2015’te imzalanan nükleer anlaşma sürecinde ciddi anlamda sorun teşkil etmeyen bu hususun taraflar arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olacak şekilde yeniden gündeme taşınmasına dikkati çekti.
Tahran’ın UAEA’ya yönelik bu sert kararı sonrasında bu ülkenin nükleer faaliyetlerini gözlem ve doğrulama açısından zorluklar yaşayan Ajans, 7 Eylül’de Yönetim Kuruluyla paylaştığı son raporunda İran’ın nükleer programının tamamen barışçıl olduğuna dair güvence verebilecek durumda olmadıklarını açıkladı.
E3 ülkelerinden İran’a tepki
Ajansın bu çarpıcı raporunun ardından nükleer anlaşmaya taraf İngiltere, Almanya ve Fransa, İran’ın anlaşmayı yeniden hayata geçirme hususundaki samimiyetine ilişkin “ciddi şüpheleri” olduğunu belirten ortak bir metni kamuoyuyla paylaştı.
Olumlu havanın dağılmasını fırsat bilen İsrail, İran’ı engellemek amacıyla nükleer anlaşmayı ABD ile görüştü.
ABD’de yaklaşan kongre seçimleri nedeniyle ABD Başkanı Joe Biden’ın nükleer anlaşmaya yönelik yaklaşımının değişmesi, olumsuz gidişatı hızlandırdı.
İran, AB, ABD ve UAEA’ya yönelik sert tepkiler ortaya koyarken asıl dikkati çekici açıklama, 5 Eylül’de AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Borrell’den geldi.
Borrell, nükleer anlaşmaya yönelik hızlı bir mutabakat sağlanmasını beklemediğini, düne göre bir anlaşma ihtimalinin daha az olduğunu söyledi.
Bir uzlaşı sağlanmasına yönelik beklentilerini düşüren Borrell’in, gelinen noktayı “çıkmaz sokağa” benzetmesi, anlaşmanın yeniden canlandırılmasına ilişkin umutların azalmasına neden oldu.
Yaklaşık 19 ay süren müzakereler sonunda gelinen noktadan ABD’yi suçlayan İran ise anlaşmanın yeniden başlamasını engelleyen ciddi bir husus veya anlaşmazlık olmadığını belirterek “Nükleer anlaşmanın hayata geçirilmemesinden ABD sorumludur.” açıklamasını yaptı.