Bu gün ANILAR ve anlatanlarla girsin ESİNTİLER devreye. YAKIŞTIRMALAR olmasın diye gönderenlerin samimiyetine-ciddiyetine bakar, gerekirse araştırır, uygun bulmazsam sizlerle burada paylaşamam.
Her bir yazıdaki mesaj iyi kavranırsa, okuyanın iyi ki paylaştın (içinden yüzümüze karşı) J demesini hissetmek bile güzeldir…
Bakalım neler var, ESİNTİLERDE !…
Devekuşu Kabare’nin ünlüsü,
METİN AKPINAR’dan
“Annesinin zorlandığı her işe o koşuyordu. Camları silmekten tutun da yerleri süpürmeye kadar…
Güney ablası da evlenip evden gidince Metin artık evin hem oğlu hem kızı olmuştu. Her iş geliyordu elinden.
Karşı komşu Sudi Saka, sporcu.. Bahçesinde barfiks vardı. Arada sırada çağırırdı genç Metin’i, birlikte antrenman yaparlardı. Bir gün öğrendiler ki Sudi Abi’nin evi satılıyor. Gelen, giden, bakanlar oluyor..
Ve bir gün, eve bakmaya gelenler arasında Ali MacGraw’a benzeyen bir genç kız.. Yanında bir askeri öğrenci, arkalarında bastonlu bir adamla bir kadın…
Beşiktaş’taki evlerini satan Özdoğu ailesi, yeni komşuları oluyor Akpınarların.
Taşındıkları gün o genç kız, adı Göksel, çok çalışıyor eşyaları yerleştirmek için. Çok hamarat, becerikli..
Annesiyle Metin pencereden onları izliyorlar. Hamaratlığı görünce “Ana” diye sesleniyor Metin, “senin gelin geldi galiba.”
Eskiden mahalleye yeni komşu taşınınca, evlerinde henüz ocak yanmıyor diye komşular yemek yapıp götürürlerdi. Nadide Hanım da hemen bir düğün çorbası yaptı, yanına ekmeğinden suyuna eksiksiz bir tepsi hazırladı. “Al oğlum,” dedi Metin’e, “götür bunu.”
Kapıyı Göksel açtı. “Biz karşı komşuyuz,” dedi Metin, “annem gönderdi.”
İlk karşılaşma.. 62 yıllık beraberliğin ilk anı..
“Mahalleye yeni biri geldi mi ertesi sabah, ‘Hoş geldin komşu kardeş,‘ diye yanaşılır. Sen kapmazsan başkaları kapar kızı. Hazırlandım, süslendim, hemen çıktım, ‘Hoş geldin komşu kardeş, nerede okuyorsun, ne yapıyorsun? Hadi sahil yolunda biraz yürüyelim..
‘En güzel kıyafetlerimi giymişim, ağzım kokmasın diye de bir karanfil atmışım onu çiğniyorum. Sen o karanfil kaç boğazıma! Kızın yanında öleceğim. Nasıl ıstırap çektim o ilk buluşmamızda anlatamam..”
Okulu kırıp gezmeler, el ele tutuşmalar, Emirgan Korusu, Boğaz’da kayık sefası..
Âşık oldular birbirlerine. “Aksaray’ın en büyük yangını” böyle başladı..
“Her şeyin fazlasını severim ben. Ya en çok ya en az! Ya çok öfke ya çok sevme! Hep söylerim; aşkımız da büyüktü, flörtümüz de büyüktü. Ekmek almaya diye çıkıp eve sekiz saat sonra döndüğümüz çok olmuştur.”
1960 askeri darbesinin ardından gelen siyasi ortam içinde, bir yandan da aşkları doludizgin devam ediyordu. Metin Bey’le Göksel Hanım hep camdan haberleşip çıkarlardı dışarı. En kötüsü ise mahalleye girerken ayrılmaktı. İşaretleşmeler zamanla gündüzden geceye de taşındı.
Camdan cama minik şakalar, mektuplar, şiirler.. Göksel 18’inde henüz, Metin 19..
Ve mutlu sona doğru bir adım atıldı, “haydi kızı isteyelim.”
“Ne iş yapıyor oğlumuz?”
“Lise sonda beklemeli.”
“Olmaz, öğrenciye kız vermeyiz.”
Mutlu son, başka bahara kaldı. Ama dinleyen kim?
Çıkıp gitmeler, gezmeler arttı. Ortadan yok olma süreleri saatleri bulunca Göksel Hanım’ın babası duruma el koyup kızının evden dışarı çıkmasını yasakladı.
“Bizim bu kural tanımaz halimiz kayınpederi kızdırdı. Kayınbaba da dini bütün, biraz muhafazakâr bir beyefendi.
Erzurumlu bir albay emeklisi. O bastonla dolaşıyor, ben silahla dolaşıyorum. Delikanlılık; şarap şişesi bir cebimde, silah bir cebimde ‘Kızı alırım kaçırırım, bana nasıl vermezler!’ diyorum. Bugün şaka gibi gelen bu öykü o zaman bizim için hayatımız ve çok önemli bir şey!..”
Başladı müstakbel kayınpeder dışarıda bastonunu yere vura vura gezmeye.. Metin’in de kanı deli akıyor, o da taktı silahı beline.. Ne olacak şimdi?..
“Kızı alıp kaçıracağım, başka çare yok. Allem ettik, kallem ettik, araya girenler oldu ama vermediler ısrarla. Ben de dedim ki
‘Bana kaç.’ Evlenmezsek ben gemici olacağım, uzak yollara gideceğim ve asla kavuşamayacağız,’ dedim bir de..
‘Gelir misin?‘ ‘Gelirim.’ ‘Benimle beraber olur musun?’ ‘Olurum.‘
‘Bütün kuralları yıkar mıyız?’ ‘Yıkarız!‘ Bitti!..
Gittik yüzüklerimizi çarşıdan beraber aldık, Kumkapı’da kayaların üzerinde taktık. Bize göre evlendik. Kaçırdım kızı.
Kaçırma deyince dağa kaldırmadım tabii, onların evinden karşı eve kaçtı, iki valizle..”
Sonunda ailesi kabul etti durumu, yüzükler tekrar, bu kez evde takıldı. 1961’in 17 Şubat’ında ise nikahları kıyıldı. Tam da Medeni Kanun’un kabulünün 35. yıl dönümünde!.. ”
“Sahneye Adanmış Bir Ömür: METİN AKPINAR
(Alıntı)
Aydın Ilgaz’a ve Rıfat Ilgaz’a rahmet olsun… Babanın oğluna yazdığı şiirli göndermeler ve bizlere de ibret verici sözler…
SALTANAT
– Aydın Ilgaz’a-
Sen otellerde benim konuğum
Bense dar günlerde senin evinde…
Kim ne derse desin
Saltanatımız baba oğul
Sürüp gidiyor işte!
Ne saray, ne yalı, ne köşk,
Ne bir dairecik, kooperatiften…
Ne Bebek sırtlarında bir çadır,
Bir gecekondu da yok, memleket işi
Taşlıtarla’larda…
Diyelim ki, elden düşme bir Ford,
Kilometresi üç kez silinmiş…
Dört tekerim de olmadı bugüne kadar,
Ayaklarımı yerden kesecek!
Her saltanatın bir sonu var oğlum,
Buna musalla taşları şahit!
Son sözümü henüz söylemeden
İşte geldim, gidiyorum,
Altımda bir kuru tabut!
Tacım, tahtım sana emanet!” *Rıfat ILGAZ*
Aydın Ilgaz’a ve Rıfat Ilgaz’a rahmet, sevenlerine de başsağlığı diliyorum. Babanın oğluna yazdığı şiirli göndermeler ve bizlere de ibret verici sözler…
04 NİSAN 1997’DE vefat eden Türk Siyaseti’nin idealist-kararlı, vefalı, bilge kişisi rahmetli TÜRKEŞ diyor ki:
“Yabancılaşmış aydın tipinin sonuçta düşman kadar Türk milleti için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle
“Biz, eskicilerin döküntülerini kapışan, başkalarının sırtından çıkardığı elbiseleri giyerek efendiliğe kalkışan, ARSIZ AYDIN tipini Türk milletinin baş düşmanı saymaktayız” demişti. Bu sözlerin İRDELENMESİ gerek… https://www.ulkucudunya.com/index.php?page=haber-detay&kod=20790
Anlatmanın adabını, anlatılan kişinin zekâsını; kavramamız dileğiyle, SEVGİLER…