Bir varmış bir yokmuş. Kocaman bir orman varmış. Bu ormanda ağaçlar, çiçekler ve hayvanlar bir arada yaşarlarmış.
Bu ormanda bir de yavru fil varmış. Henüz küçük olmasına rağmen arkadaşı fareden, tavşandan, aslandan, zebradan çok büyükmüş. Gün geçtikçe bütün yavru hayvanlar büyüyormuş. Ama küçük fil her zaman onlardan çok kocamanmış. Bu yüzden kendini çok beğenmeye başlamış. (…) “Ben herkesten büyüğüm!” diye böbürleniyormuş. Büyük olduğu için de kendisini herkesten güçlü, herkesten akıllı ve üstün görüyormuş.
Bir gün, “Kimse benim içtiğim yerden su içemez!” diye bağırmış. “Bu göl benim gölüm! Herkes kendine başka bir göl bulsun!”
O güne kadar su içmek için o gölü kullanmayan hayvanlar bu sözlere hiç aldırmamışlar. Ama o gölden su içenler bu işe çok şaşırmışlar. Şaşırmışlar ama ne yapsınlar? Bir fil ile tek başlarına tartışamazlarmış ki! Fil onları hortumuyla bir fırlatışta öte yana atabilirmiş.
Çaresiz, onlar da su içmek için kendi göllerini bırakıp başka göl aramışlar. (…)
Fil bakmış, herkes onun dediğini yapıyor. “Tabii, benden çok korktular.” diye düşünmüş. “Ben çok orkuncum. Bu ormanda ben ne dersem o olur!”
Başka bir gün, “Gölün çevresindeki bütün ağaçlar benim!” diye bağırmış. “Benim ağaçlarımda kimse oturamaz, yapraklarını yiyemez, yuva kuramaz! Herkes başka ağaca gitsin!”
Göl kıyısındaki ağaçlarda yaşamayan hayvanlar bu sözlere hiç aldırmamışlar. Kıyıdaki ağaçların dallarında yuva yapmış olan kuşlar, ağaç kovuklarında oturan sincaplar, kabukların arasında yaşayan tırtıllar, böcekler, kelebekler ne yapsınlar? File tek başlarına nasıl karşı gelsinler? Fil onları bir adımda ezebilirmiş. Hemen evlerini başka ağaçlara taşımışlar. (…) Fil iyice şımarmış. “Bu orman benim!” diye gürlemiş bir gün. “Herkes başka ormana gitsin. Bütün bu ağaçlar, bu meyveler, bütün bu çiçekler, topraklar… Hepsi, hepsi benim!”
Hayvanlar çok şaşırmışlar. Şimdi ne yapsınlar? Fil ile hiçbiri başa çıkamazmış ki! Fil çok güçlüymüş.
Hepsini birer birer yere serermiş. Çaresiz, evlerini toplayıp ormandan ayrılmışlar.
Kendilerine yeni bir ev bulmuşlar. Ama hiçbiri yeni evinden memnun değilmiş. Herkes kendi eski evini ve ormanını özlüyormuş. (…)
Bir gün bütün hayvanlar toplanmış. “Ne yapsak, ne etsek de eski evimize, ormanımıza dönsek?” diye çare arıyorlarmış. Biri demiş ki: “Zürafayı gönderelim. Onun boyu filden uzun. Belki fili korkutabilir.”
“Olur mu hiç öyle şey?” demiş başka biri. “Asıl aslanı göndermeliyiz. Onun sesi filinkinden korkunç. Fili korkutup kaçırabilir.” “Saçmalamayın!” demiş bir diğeri. “En doğrusu gergedanı göndermek. O, filden güçlüdür. Bir vuruşta fili yere serebilir.” (…)
Hayvanlar aralarında tartışırken birden çok yakınlarından bir gülme sesi gelmiş kulaklarına. Bir de bakmışlar ki bir çocuk! Kayanın ardına gizlenmiş, onları izlerken katıla katıla gülüyor. “Neden gülüyorsun?” diye sormuşlar çocuğa. “Siz hep kendinizi file karşı tek başına düşünüyorsunuz.” demiş çocuk.
“Bakın, şimdi bile aranızdan birini seçip göndermek için tartışıyorsunuz oysa hepiniz birlikte, filden yüzlerce kez güçlü değil misiniz?”
Hayvanlar çok utanmış. Çocuk haklıymış. Birlik olmak yerine, kendi çıkarlarına dokunmadığı sürece filin istediği şımarıklığı yapmasına göz yummamışlar mıydı? (…)
Bütün hayvanlar el ele verip eski ormanlarına doğru yürümeye başlamışlar. Fil onları görünce korkup şımarıklıktan vazgeçer mi dersiniz? Evet mi? Evet, gerçekten de şımarıklıktan hemen vazgeçmiş. Hayvanlar evlerine dönmüşler. O günden sonra hep beraber mutlu mutlu yaşamışlar…