Geçmişimizde Derviş kıyafetliler o kadar bol ki…
Şeyh Edebali, Geyikli Baba, Abdal Musa, Abdal Murad, Emir Sultan ve diğer dervişler…
Suya Seccade seren dervişler…
Mevlana tabiriyle; “Hırka altındaki Sultanlar”,
Cemel Ali Dede, Evhadüddin Kirmanî, Mevlana, Sadreddin Konevî, Hacı Mübarek Haydarî gibiler…
Bize hakkınızı helal eder misiniz, bilmiyorum ama haddimiz olmasa da özür özür, binlerce özür dileyerek bu sözleri diziyorum..
Allah, alemleri yarattı ve tüm insanları ve canlıları bir sınava tabii tuttuğunu, bunun sonucunda da iyiler ile kötülerin ayrıt edileceğini, ayrıştırmadan sonra da Cennet ve Cehennem ile herkesin laik olduğu ebedi aleme girecegi tüm semavi kaynaklarda belirtmektedir.
Aynı kaynaklarda, İyilikler, ibadetler, kötülükler veya haram/ yanlış olan şeyler en ince detayına kadar insanlar için aktarılmıştır.
Bir çoğumuz dini vecibelere karşı hassas olmak ile beraber bu konudaki hassasiyetleler taşımanın yanında, bizden daha hassas olduğunu düşündüğümüz kişilere, büyüklere tarih boyunca hep saygı göstermiş, hep ser üzerinde taşımışızdır.
Mesela bu konular ile ilgili bir konu açıldı mı başlarız hemen; Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye öğütlerini söylemeye; kitlelere nutuklar irad ederiz, sözlerimiz ile geçmişten günümüze ulaşan…
Yunus Emre deriz,
Mevlana şöyle demiş deriz…
Ama biz mahcubuz, çok mahcubuz değil mi? Çünkü biz ne Mevlana, ne Yunus olamadık ve olamayacağımızın farkındaydık.
Ancak bize Osman Gaziyi anlatan, Edepali’yi anlatan, sözleri ile Mevlana’yı yaşatan kimler var ise sükut ile dinledik, ikrar ila tabii olmaya gayret de ettik hayat boyu..
Belki de kendimizi öyle daha iyi hissettiğimizdendir. Belki de duymak istenilenin bize dinletilmesindendir. Belki de bilmiyorum işte belkiler…
Tabii iyi niyetli insanların yanı sıra olayları iyi çözümleyen, kenardan geçinen bazı kişi veya kitleler tarafından bizim iyi niyetimiz ve mahcubiyetimiz de tarih boyunca istismar edilmiş ve edilmeye de devam edecek gibi de görünmektedir…
Bunun yanında bir de sosyal medyada her ibadetini paylaşan dostlar.
Her Cuma günü cami minberleri önlerinde resimler, dini vecibeleri sosyal medyada afişe etmeler, dahası ve dahası…
Gerçekten dini yaşamaya ve sürekli olarak araştırmaya ve sürekli ilk emir olan “Oku”olan bir dinin gereğince araştırıp karıştıran biri olarak bu gidiş için üzülüyorum..
Ayrıca bunu dini ibadet için yapmak dini kaynaklarda da yok zaten. Hatta İslamiyet gösterişi, riyayı, kula göstermeyi şiddet ile de yasaklamıştır üstelik.
İslamiyet ruhun temizlenmesini esas alır. Kalbin iman ile mutmain olmasını esas alır.
Dürüstlüğü, kardeşliği, yardımlaşmayı esas alır.
Hakkı yaşamayı ve hakkın yanında olmayı, adaletli olmayı esas alır.
İslamiyet’te yapılanlar Allah için yapılır ve akış kul ile Rabbi arasında gizli tutulur…
Peki biz ne yapıyoruz?
Maalesef ki dış görünüşe, süslü sözlere, afilli Cuma resimleri veya mesajları, kendi kendimize çizdiğimiz bir İslam modeli ile adeta türbinlerde Munker ve Nekir meleği var mış edasında belki de vicdanımız sukütta, belki de kıyafetimizde cemaatimize uygun…
Peki kalpler?
Belki de Kalplerimiz simsiyah…
Belki de Ruhumuz şeytanla işbirlikçi,
Ya Beynimiz?
Belki de Beynimiz de desise dolu…
Ama üzerimizde derviş libası var ve sözlerimiz de Sufi tekerlemeleri öyle değil mi?
Bu haldeyken bile giyiyoruz “Derviş Libasını” kaygısızca…
Özür sizlerden, gerçek Sufilerden, gerçek Derviş yolcularından binlerce özür..
Ama gerçekten de dini yaşantımızı artık dilimizden alıp, dinimize uyarlamamız gerekir belki de. Belki de farkında olmadan yaptığımız yanlıştan da vaz geçmeli.
Unutmayalım ki kırdığımız kanatların da bir sahibi vardır. Unutmayalım ki kırılan kanatların hesabının sorulacağı bir mahkeme günü de vardır.
Tüm bu yazdıklarımın istişare edildiği vakit ne alaka var bilmiyorum ama hemencecik Kanadı Kırık Kuş Hikayesi Gelir Hemen Aklıma:
“Hz. Süleyman zamanında bir kuş, kanadını bir sofînin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman’a gelmiş.
Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofîyi huzuruna getirtip sormuş:
— Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye bu kuşun kanadını kırdın?
Sofî cevap vermiş:
— Sultanım, Allah bu mahlûkatı bizim emrimize musahhar kılmıştır. Ben bu kuşu avlamak istedim, önce kaçmadı. Yanına kadar gittim, yine kaçmadı.
Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım.
Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim.
Ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta “Gel beni tut, ne istiyorsan yap,” dedi.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa hitaben demiş ki:
— Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.
Kuş, Hz. Süleyman’a şöyle cevap vermiş:
— Efendim, ben onu sofî kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Fakat bundan bana zarar gelmez diye
öylece bekledim. Hz. Süleyman bu savunmayı beğenmiş ve kuşu da haklı bulmuş. Kısasın yerine gelmesi için:
— Kuş haklı. Hemen bu sofînin kolunu kırın, diye emretmiş.
Kuş o anda:
— Efendim, böyle yapmayın! diye feryad etmeye başlamış.
— Ne yapayım?
diye sormuş Hz. Süleyman.
— Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapmaya kalkar.
Bu söz üzerine Hz. Süleyman:
— Peki, ne yapalım? diye sormuş tekrar.
Kuş bu sefer şöyle cevap vermiş:
— Siz bunu sofî kıyafetinden, libasından sıyırın!
Sıyırın ki benim gibi kuşlar aldanmasın!..